[Ana Sayfa]


ÖNSÖZ



Bu metin, Kemal Gözler, Gözler v. Çağlayan Davası: Gözlemler ve Eleştiriler (Bursa, Yazarın Kendi Yayını, Eylül 2020) başlıklı kitabımızın 1 ilâ 12’nci sayfalarından alınmıştır.





Kemal Gözler*

Bu kitap, Gözler v. Çağlayan davası olarak isimlendirdiğim, Ankara 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin E.2012/49, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin E.2017/1161 ve Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin E.2019/4047 sayılı dosyalarında görülmüş olan davaya ilişkindir. Bu kitapta söz konusu dava dosyalarında bulunan dava evrakı yayınlanmakta ve dava bunlar ışığında incelenmekte ve değerlendirilmektedir.

Burada bu kitabın yazılma sebebi, türü, konusu ve süreci hakkında bazı bilgiler vermek isterim.

I. BU KİTABI NEDEN YAZDIM?

Gözler v. Çağlayan davasının çok güçlü bir dava olduğunu sanıyordum. Bu davada ileri sürdüğüm iddiaları kanıtlamak için 276 adet somut alıntı örneğini vermiştim. Bu örneklerdeki usûlsüz alıntıların apaçık olduğunu ve usûlsüz alıntı iddiamın çürütülemez bir iddia olduğunu düşünüyordum. Davamı istinaf safhasında kaybedince şaşırdım. Ancak ümidimi yitirmedim. Kararı temyiz ettim. Yanlışın Yargıtaydan döneceğini umuyordum. Çünkü hâlâ davamın ve kanıtlarımın çok güçlü olduğuna inanıyordum. Davamı Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 2 Mart 2020 tarihli kararıyla kaybettiğimi öğrenince ise büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Bende bu davada büyük bir haksızlığa uğradığım hissi oluştu.

Bu haksızlık karşısında susmamalıydım. Ne yapabilirim diye düşündüm. Öncelikle yanlış olduklarını düşündüğüm Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin ve Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin gerekçeli kararları yayınlamaya karar verdim. Daha sonra bu kararların tek başına yayınlanmasının yetersiz kalacağını, dava dosyasının bir bütün olarak yayınlanması gerektiğini düşünmeye başladım. Ancak, birer “fikrî eser” olarak kabul edilebilecekleri nedeniyle bilirkişi raporlarının ve karşı tarafın dilekçelerini yayınlamam riskli olabilirdi. Ben de geri kalanı yayınlarım dedim. Bu kitap böyle bir düşünceyle ortaya çıktı.

Bu davayı kitaplaştırma kararını Mart ayında aldım. Ancak Temmuz ayına kadar bu işe bir türlü başlayamadım. Her başladığımda sinirleniyordum; ellerim titriyordu; içimi öfke kaplıyordu. Yazmaya başlamak için, kim bilir kaç defa dava evrakını sakladığım koliyi aldım ve kızgınlıkla yerine koydum. Ama bir noktadan sonra yeter artık dedim. Çünkü bu dava, yanlış olduğunu düşündüğüm bu kararlar, rüyalarıma girmeye başladı, uykumu kaçırdı. Yazmam lazımdı; ben de yazdım.

II. KİTABIN TÜRÜ

Elinizde tuttuğunuz bu kitap, çeşitli açılardan, türünün ilk örneği bir kitaptır. Bu kitap, ne bir “karar tahlili” kitabı, ne de bir “dava belgeleri” kitabıdır. Bu kitap bunlardan daha fazlasını içerir. Şöyle:

A. BU KİTAP, BİR “KARAR TAHLİLİ” KİTABI DEĞİLDİR

Malum, hukuk literatüründe mevcut eser çeşitlerinden biri “karar tahlili”dir. Çoğunlukla “makale” formunda olan bu tür eserlerde, bir mahkeme kararı önce yayınlanır, sonra da tahlil edilir.

Bu kitap, şu üç nedenden dolayı klasik bir “karar tahlili” kitabı değildir:

1. Karar tahlillerinde genellikle temyiz mahkemelerinin (Yargıtay veya Danıştayın) kararı yayınlanır ve tahlil edilir. Davada bu karardan önce verilmiş olan ilk derece mahkemesi ve istinaf mahkemesi kararları çoğunlukla yayınlanmaz ve incelenmez; zaten karar tahlilini yapan yazar, çoğunlukla bunlara sahip de değildir. Benim kitabımda ise sadece temyiz mahkemesi kararı değil, ilk derece mahkemesi ve istinaf mahkemesi kararı da yayınlanmakta ve incelenmektedir.

2. Karar tahlillerinde sadece nihaî kararlar yayınlanır ve eleştirilir. Taraf dilekçe ve beyanları, bilirkişi raporları, ara kararlar, duruşma tutanakları gibi diğer dava evrakı yayınlanmaz ve incelenmez. Zaten karar tahlilini yazan yazar bu belgelere genellikle sahip de değildir. Bu kitapta ise ben bu belgelerin önemli bir kısmını yayınlıyor ve eleştiriyorum.

3. Karar tahlillerinde yargılama süreci değil, sürecin sonucunda verilmiş olan gerekçeli karar tahlil edilir. Karar tahlilini yapan yazar, zaten söz konusu kararın verildiği yargılama süreci hakkında yeterli bilgiye sahip değildir. Bu kitapta ise sadece ilk derece mahkemesinin, istinaf mahkemesinin ve temyiz mahkemesinin verdiği gerekçeli kararlar değil, aynı zamanda, bu kararların alındığı yargılama süreci de ayrıntılı bir şekilde incelenmekte ve eleştirilmektedir. Zira, başından sonuna kadar bu süreç bilinmeden, sürecin sonucu olan gerekçeli kararın tek başına eleştirilmesi çok da anlamlı ve isabetli değildir. Bu nedenle, bu kitapta, dava sürecinde, yargılamanın nasıl yapıldığı, mahkemenin nasıl işlediği de incelenmektedir. Bu kitapta bu davanın tâbir caiz ise “fizyolojisi” vardır.

B. BU KİTAP, BİR “DAVA BELGELERİ” KİTABI DA DEĞİLDİR

Türkiye’de dava belgelerinin yayınlandığı ve hacim olarak bu kitaptan daha hacimli pek çok kitap vardır. Bu kitaplarda başta gerekçeli kararlar olmak üzere, duruşma tutanakları, tanık ifadeleri, bilirkişi raporları gibi dava dosyalarında bulunan pek çok belge yayınlanmaktadır [1]. Bu tür kitaplara ortak bir isim bulmak zordur. Ben bunlara “dava belgeleri” kitabı ismini vereceğim.

Bu kitap, bu tür “dava belgeleri” kitaplarına benzer; ama onlardan çeşitli açılardan farklıdır: Bir kere, bu tür kitapların neredeyse hepsi tarihsel ve siyasal öneme sahip ceza davalarına ilişkindir [2]. Elinizde tuttuğunuz bu kitapta incelenen dava ise, siyasal yönü olan bir ceza davası değil, bir hukuk profesörünün diğer bir hukuk profesörüne karşı açtığı bir hukuk davasıdır. İkinci olarak söz konusu “dava belgeleri” kitaplarının çoğunda yoğun bir siyasal ton vardır. Benim kitabımda ise siyasal bir yan yoktur; kitabımız, konusuna münhasıran hukukî açıdan yaklaşmakta ve mahkemelerin ara ve nihaî kararlarını ve yargılama sürecini münhasıran hukukî açıdan incelemekte ve eleştirmektedir. Nihayet, bu tür “dava belgeleri” kitaplarında çoğunlukla sadece dava belgeleri yayınlanır. Bazen de bu belgelerin önüne genellikle sunuş, açıklama ve yorum metinleri eklenir; ama dava sürecinin adım adım hukukî incelemesi yapılmaz. Benim kitabımda ise sadece dava belgelerinin yayınlanmasıyla yetinilmemiş, bunların hukukî açıdan ayrıntılı bir açıklaması ve eleştirisi yapılmış ve keza yargılama süreci, hukukî açıdan bütün ayrıntılarıyla adım adım açıklanmıştır.

Hasan Yazıcı’nın Kitabı.- Benim kitabım bu hâliyle bir ölçü de olsa, bu yılın başında Hasan Yazıcı tarafından yayınlanmış olan Bir Aşırma (İntihal): Doğramacı-Yazıcı Davası Işığında Yargımız-Aydınlarımız (İstanbul, İletişim, 2020, 215 s.) başlıklı kitaba [3] benzer. Ama ondan bazı bakımlardan farklıdır. Hasan Yazıcı’nın kitabında dava evrakının oldukça küçük bir kısmı yayınlanmıştır. Keza sayın Yazıcı’nın kitabında söz konusu davada verilmiş mahkeme kararlarının hukukî açıdan bir incelemesi ve eleştirisi de yoktur. Haliyle sayın Hasan Yazıcı tıp profesörüdür ve böyle bir inceleme ve eleştiri yapması kendisinden zaten beklenemez. Benim kitabımda ise davaya bakan bütün mahkemelerin ara kararları, gerekçeli kararları ve duruşma tutanakları ve keza davacı olarak benim ve vekilimin sunduğu bütün dilekçeler yayınlanmıştır. Keza kitapta yargılama süreci adım adım, duruşma duruşma, ara karar ara karar açıklanmış ve mahkemelerin verdiği ara kararlarının ve gerekçeli kararlarının hukukî bir analizi ve eleştirisi yapılmıştır.

Bu kitap, yukarıda açıklandığı gibi, belli bir ölçüde türünün ilk örneği bir kitaptır. İlk olmasından dolayı bu kitabın karşılaştığı bazı zorluklar vardır. Bu zorluklara biraz aşağıda “Ön Sorunlar” başlıklı bölümde değineceğiz.

III. BU KİTABIN KONUSU NEDİR?

Bu kitabı doğru bir şekilde değerlendirebilmek için öncelikle bu kitabın konusunu doğru bir şekilde anlamak gerekir.

Bu kitap, Ramazan Çağlayan’ın İdarî Yargılama Hukuku (Ankara, Seçkin, 2011) isimli kitabında bulunduğunu iddia ettiğim usûlsüz alıntılar üzerine yazılmış bir eleştiri kitabı değildir. Zaten böyle bir eleştiri kitabını ben geçmişte yayınladım (Bkz.: Kemal Gözler, Ramazan Çağlayan'ın İdari Yargılama Hukuku İsimli Kitabı Hakkında Eleştiriler, Bursa, Mayıs 2013, 712 s. Bu kitaba ilişkin olarak şunu da not edeyim ki, Anayasa Mahkemesi, 10 Aralık 2019 tarih ve 2015/5612 sayılı Kemal Gözler (2) kararıyla bu kitabın Anayasamızın 26’ncı maddesinde düzenlenen düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin ve yine Anayasamızın 27’nci maddesinde yer alan bilim ve sanat hürriyetinin koruması altında olduğuna karar vermiştir [4].

Elinizde tuttuğunuz bu kitap, Ramazan Çağlayan’ın İdarî Yargılama Hukuku isimli kitabında benim İdare Hukuku isimli kitabımdan yapılmış usûlsüz alıntılar bulunduğu iddiasıyla Ramazan Çağlayan ve Seçkin Yayınevi aleyhine açtığım tazminat ve tecavüzün ref’i davasında Ankara 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi ve Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin verdiği ara kararlar ve gerekçeli kararlar hakkında yazılmış bir eleştiri kitabıdır.

Bu kitapta Ramazan Çağlayan’ın benim kitabımdan yaptığını iddia ettiğim usûlsüz alıntılar değil, bu usûlsüz alıntılar hakkında verilen mahkeme kararları eleştirilmektedir. Bu ikisi birbirinden farklı şeylerdir. Birincisinde eleştirilerin muhatabı sayın Ramazan Çağlayan, ikincisinde ise bu mahkeme kararlarını veren sayın hâkimlerdir.

Zaten bu husus bu kitabın başlığından da anlaşılmaktadır: Kitabın başlığı “Gözler v. Çağlayan Davası: Gözlemler ve Eleştiriler (Ankara 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi E.2012/49, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi Hukuk Dairesi E.2017/1161 ve Yargıtay 11. Hukuk Dairesi E.2019/4047 Sayılı Dosyalar)”dır. Yani bu kitap, Ramazan Çağlayan’ın kitabı üzerine değil, benim Ramazan Çağlayan’a karşı açtığım dava üzerinedir.

Burada tekrar pahasına bir kez daha belirtmek isterim ki, bu kitabın amacı, Ramazan Çağlayan’ın İdarî Yargılama Hukuku isimli kitabında bulunduğunu iddia ettiğim usûlsüz alıntıları dolaylı bir yoldan tekrar gündeme getirmek, bunları tekrar tartışmak değildir. Dediğim gibi ben bunu zaten geçmişte etraflıca, 712 sayfa uzunluğunda olan bir kitapla yaptım. Bu kitabın tam metnine internet üzerinden de Anayasa Mahkemesinin 10 Aralık 2019 tarih ve 2015/5612 sayılı Kemal Gözler (2) kararı sayesinde 12 Haziran 2020 tarihinden beri ulaşılabiliyor. Dolayısıyla benim Ramazan Çağlayan’ın kitabı hakkında usûlsüz alıntı iddialarımı tekrar dile getirmek gibi bir şeye ihtiyacım yoktur.

IV. NEDEN KENDİ DAVA DİLEKÇEMİN VE CEVABA CEVAP DİLEKÇEMİN EKLERİNİ YAYINLAMIYORUM?

Bu kitapta ek olarak Ankara 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin ve Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin duruşma tutanaklarını, ara kararlarını ve nihaî kararlarını yayınlıyorum. Keza benim veya avukatım tarafından mahkeme sunulmuş dilekçeleri de yayınlıyorum. Ama dava dilekçemizin ekinde bulunan “EK-3: Ramazan Çağlayan’ın Kemal Gözler’den Yaptığı Usûlsüz Alıntılar Listesi” başlıklı 251 sayfa uzunluğunda ve 276 adet somut usûlsüz alıntı örneğini içeren belgeyi ve 4 Ekim 2012 tarihli bir beyan dilekçemizin ekinde mahkemeye sunduğumuz “EK-1: Ramazan Çağlayan’ın Cevaplarına Cevaplar” başlıklı 316 sayfa uzunluğundaki belgeyi bu kitapta ek olarak yayınlamıyorum.

Esasen bu kitapta 14 Mart 2012 tarihli dava dilekçemizin eki olan 251 sayfa uzunluğunda “EK-3: Ramazan Çağlayan’ın Kemal Gözler’den Yaptığı Usûlsüz Alıntılar Listesi” isimli belge ve 4 Ekim 2012 tarihli bir beyan dilekçemizin eki olan 316 sayfa uzunluğundaki “EK-1: Ramazan Çağlayan’ın Cevaplarına Cevaplar” başlıklı belgeler de mükemmel olarak yayınlanabilirdi. Şu dört nedenden dolayı: (1) Bunlar bir “fikrî eser”dir. Bunları yayınlama hakkı, eser sahibi olarak bana aittir. (2) Bunlar bir alenî dava dosyasının parçalarıdır. Bunların gizli tutulmasını gerektiren bir sebep yoktur. (3) Eleştirilen mahkeme kararları, bunlarda ileri sürülen iddialara cevap niteliğindedir. Mahkeme kararını iyi bir şekilde anlamak için, mahkeme kararının ilişkin olduğu iddiayı bilmek gerekir. Bunun yolu ise dava dilekçesini ekleriyle birlikte okumaktan geçer. Bu nedenle nasıl mahkeme kararları yayınlanabilir ise dava dilekçeleri de ekleriyle birlikte sahipleri tarafından yayınlanabilir. (4) Özellikle dava dilekçemizin ekinde sunulan “EK-3” isimli belgenin burada yayınlanmasında büyük yarar vardı. Çünkü gerek ilk derece mahkemesi, gerekse istinaf mahkemesi huzurunda yapılan inceleme hep “EK-3” isimli belgede verdiğim 276 adet alıntı örneği üzerinden yapılmıştır. Gerek ilk derece mahkemesinin, gerekse istinaf mahkemesinin gerekçeli kararlarında “ÖRNEK X” şeklinde zikredilen örnekler, hep bu “EK-3” isimli belgedeki aynı numaralı örneklerdir. Aynı şekilde bilirkişi raporları da hep bu “EK-3” isimli belgede yer alan 276 adet alıntı örneği üzerinden hazırlanmıştır. Bilirkişi raporlarında “ÖRNEK X” şeklinde zikredilen örnekler de hep bu “EK-3” isimli belgedeki aynı numaralı örneklerdir. Yani “EK-3” numaralı belge, bu davanın en temel belgesidir.

Ancak ben, gerek 14 Mart 2012 tarihli dava dilekçemizin ekinde sunduğumuz 251 sayfa uzunluğunda “EK-3” isimli belgeyi, gerekse 4 Ekim 2012 tarihli beyan dilekçemizin ekinde sunduğumuz 316 sayfa uzunluğunda “EK-1” nolu belgeyi, bu önemlerine rağmen, bu kitapta yayınlamıyorum. Çünkü bunları yayınlasaydım, Ramazan Çağlayan’ın kitabı hakkındaki usûlsüz alıntı iddialarını tekrar gündeme getirmeyi amaçladığım iddialarıyla karşılaşabilirdim. Zira bu belgelerde, Ramazan Çağlayan’ın kitabında bulunan paragraflar ile benim kitabımda bulunan paragraflar arasında karşılaştırma yapılmakta ve Çağlayan’ın paragrafları ile benim paragraflarım arasında aynılıklar veya rastlantıyla açıklanamayacak derecedeki benzerlikler olduğu gösterilmektedir. Sayın Çağlayan’ın kitabı hakkındaki iddialarımı tekrar gündeme getirmeyi amaçladığım iddiasıyla karşılaşmamak için dava dilekçemizin ekinde sunduğumuz EK-3 ve 4 Ekim 2012 tarihli beyan dilekçemizin ekinde sunduğumuz EK-1 nolu belgeyi burada yayınlamama yolunu seçtim.

V. ANAYASA MAHKEMESİNE NEDEN BİREYSEL BAŞVURUDA BULUNMADIM?

Aşağıda ayrıntılarıyla görüldüğü gibi bu dava 8 yıl, 1 ay ve 21 gün sürmüştür (Açılma Tarihi: 14 Mart 2012, Kesinleşme Şerhi: 5 Mayıs 2020).

Belki “hak arama hürriyetiniz geciktirilmiş, Anayasa Mahkemesine bu nedenle bireysel başvuruda bulunabilirdiniz” diyen okuyucular olabilir. Bu davayla ilgili Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmadım. Bunun pek çok nedeni var.

Bir kere, bu başvuru, yargılama süresinin uzunluğu dışında, içeriği itibarıyla, gerçekte bir “dördüncü derece başvurusu” niteliğinde bir başvuru olacaktı. Bir nevi, bu başvuru temyizin de temyizi niteliğinde olacaktı ki, bireysel başvuru buna imkân vermez. Kişisel olarak da bireysel başvurunun bu amaçla kullanılmaması gerektiğini düşünen biriyim. Ben Anayasa Mahkemesine yapacağım böyle bir başvuruda yargılama süresinin uzunluğu dışında neyi ileri sürecektim? Yargıtay benim temyiz sebeplerime hak vermedi mi diyecektim?

Bu davayla ilgili Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmamamın ikinci sebebi şudur: Bu davada, bidayet, istinaf ve temyiz derecelerinde 800 sayfa civarında belge hazırladım. Sekiz yıl boyunca pek çok yazışma yaptım. Sinirlerim yıprandı. Bireysel başvuru yapsaydım benzer uzunlukta belge hazırlamak, benzer sayıda yazışmalar yapmak zorunda kalacaktım. Buna artık sinirlerim müsaade etmiyor. Bunun dışında, böyle bir başvuruda, yargılama süresinin uzunluğu nedeniyle değil, içerik olarak haklı çıkmak isterim. Nihayet, Anayasa Mahkemesinin yargılama süresinin uzunluğu nedeniyle verdiği ihlâl kararlarının, kişisel olarak bir komedi olduğunu düşünüyorum. Çünkü Anayasa Mahkemesinin yargılama süresini uzun bulduğu başvuruları da kendisi uzun bir yargılama sürecinde veriyor. Eğer yargılama süresinin uzunluğu nedeniyle bireysel başvuruda bulunsaydım, önceki başvurularımdan çok iyi bildiğim gibi, bu başvurum da pek muhtemelen beş yıl sonra karara bağlanacaktı! Yargılama süresinin uzunluğu nedeniyle yapılan bireysel başvuru, yine yargılama süresinin uzunluğu sorunuyla malûl bir bireysel başvuru kararıyla karara bağlanacaktı!

Tüm bu nedenlerden dolayı ben, davama bakan Ankara 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesini, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesini ve Yargıtay 11. Hukuk Dairesini, Anayasa Mahkemesine “anayasa şikâyeti” yoluyla şikâyet etmek yerine, yargılama yetkisinin asıl sahibi olan Türk milletine bir kitap yazarak şikâyet etme yolunu seçtim.

VI. NEYİ AMAÇLIYORUM?

Gerek benim, gerekse hakkını arayıp hakkını alamadığını düşünen herkesin, davalarıyla ilgili olarak, hatalı kararlarından dolayı mahkemeleri Türk milletine şikâyet etme hakları olduğunu düşünüyorum. Mahkeme kararıyla davayı kaybetmiş olmak, mahkemeyi Türk milletine şikâyet etme hakkını kaybetmiş olmak demek değildir. Malum, Anayasamızın 9’uncu maddesine göre, yargılama yetkisi mahkemeler tarafından Türk milleti adına kullanılır. Dolayısıyla mahkemeleri huzurunda hakkını arayan ve hakkını alamadığını düşünen herkesin, mahkemeleri, Türk milletine şikâyet etme hakkı vardır.

Zaten aşağıdaki kutulardan görüleceği üzere, benim burada Türk milletine şikayet ettiğim Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin 29 Mayıs 2019 tarih ve E.2017/1161, K.2019/642 sayılı gerekçeli kararının en başına büyük ve siyah harflerle “TÜRK MİLLETİ ADINA KARAR” ibaresi konulmuştur. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 2 Mart 2020 tarih ve E.2019/4047, K.2020/2182 sayılı kararı da yine büyük siyah harflere “TÜRK MİLLETİ ADINA” ibareleriyle başlıyor.

Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 2 Mart 2020 tarih ve E.2019/4047, K.2020/2182 sayılı kararı da yine büyük siyah harflere “TÜRK MİLLETİ ADINA” ibareleriyle başlıyor.

Aşağıda ayrıntılarıyla göstereceğim gibi, benim davam ilk derece safhasında, Türkiye ortalamasından dört buçuk kat daha uzun sürmüştür. Bu böyle olsa da benim bu davada eleştirdiğim pek çok sorun, benim davama özgü değildir; bu sorunlar Türkiye’deki davalarının çoğunluğunda görülen sorunlardır. Benim bu kitapta dile getirdiğim sorunlar, Türkiye’de yargıda görülen genel kalite sorununun bir parçasıdır.

Türkiye’de yargılama kalitesine ilişkin pek çok sorun var. Bunlar aslında gizli saklı sorunlar değil, aşikâr sorunlardır. Adalet Bakanlığı da bu sorunları biliyor ve bu sorunları çözmek için uğraşıyor.

Esasen bu sorunları en iyi bilenlerin başında bizzat hâkimlerin kendisi geliyor. Ama Türkiye’de özeleştiri yapma geleneği yok. Hâkimler susuyor. İkinci olarak bu sorunları en iyi bilenler avukatlardır; onlar bu sorunlarla her gün karşılaşıyorlar; ama avukatlar da susuyorlar. Bazı genel eleştiriler yöneltseler de mahkeme ve hâkim ismi zikrederek somut eleştiriler dile getirmeye cesaret edemiyorlar. Zira eleştirdikleri o mahkemeye ve o hâkime her gün işleri düşecek.

Türkiye’de yargılama kalitesinin düzeltilmesi için yargılama sürecinde yapılan hataların kamuoyu önünde mahkeme ve hâkim ismi zikredilerek tartışılmasında yarar vardır. Bunu hâkimlerden beklemek pek gerçekçi değildir. Böyle bir tartışmayı avukatlar başlatabilir; ama onlar da, yukarıda açıkladığım gibi, meslekî sebeplerle bu işten çekiniyorlar.

Böyle bir ortamda ben kendi payıma, hiç olmazsa kendi davamda, susmayayım, elimi taşın altına koyayım ve eleştirilerimi kamuoyuyla paylaşayım dedim. Bu kitapla bir tartışma başlatabilirsem kendimi mutlu sayacağım.

Bu kitabın hâkimler tarafından okunmasını ve yapılan yargılama hatalarını görmelerini isterim: Kitabın 64-69’uncu sayfalarından alınmış bir örnek vereyim: Ankara Mahkemesi, İstanbul Mahkemesine üç kişilik bir bilirkişi heyeti seçilmesi için talimat yazıyor. Talimatta İstanbul’dan seçilecek heyetteki iki bilirkişinin “idare hukuku öğretim üyesi” ve birinin “fikrî haklar uzmanı” olması şartı var. Hata 1: İstanbul Mahkemesi fikrî haklar uzmanını İstanbul’dan değil, Antalya’dan seçiyor. (Mahkemenin bulunduğu bölge dışından bilirkişi seçmesi hukuka aykırı değil mi? İki üyesi İstanbul’da, bir üyesi Antalya’da olan heyet, nasıl “heyet” olarak çalışacak?). Hata 2: Dosya, Antalya’daki bilirkişiye seçilmesinden tam bir yıl beş ay sonra teslim ediliyor. Hata 3: İdare hukuku öğretim üyesi sıfatıyla İstanbul’dan seçilen ilk iki bilirkişi çekildikten sonra yerlerine tam beş ayrı defa, evet yanlış okumadınız, arka arkaya tam beş ayrı defa, idare hukuku öğretim üyesi değil, medenî hukuk ve ticaret hukuku öğretim üyesi bilirkişiler seçiliyor. Sayın Hâkim ya talimatı okumadan, ya da seçtiği bilirkişilerin uzmanlık alanlarına bakmadan bilirkişi seçiyor. Hata 4: Bilirkişi seçimine ilişkin ara kararlar taraflara tebliğ edilmiyor ve tarafların yanlış bilirkişi seçildiğinden haberi olmuyor. Neticede bir yıl dokuz ay geçiyor ve talimat bila ikmal İstanbul’dan Ankara’ya iade ediliyor.

Bu kitabın özellikle stajyer hâkimler tarafından okunmasını isterim. Bir hâkimin nasıl üst üste beş defa aynı yanlış ara kararı verebildiğini görsünler ve kendileri yarın kürsüye çıktıklarında benzer hataları yapmasınlar. İsterim ki, bu kitaptaki sorunlar, Adalet Akademisindeki derslerde örnek olay olarak ele alınsın ve tartışılsın.

Türkiye’de herkes yargılama kalitesinin düşük olduğundan yakınıyor. Bu nedenle sık sık “yargı reformu” için kanunlar çıkarılıyor. Yargılama kalitesi kanunla artırılamaz. Bu kalite, somut davalarda, doğru ve zamanında verilmiş kararlarla artar. Bunun için, somut davalarda nasıl yanlış kararlar verildiğini göstermekten ve bunu tartışmaktan çekinmemek gerekir.

VII. EKLERE İLİŞKİN AÇIKLAMALAR

Bu kitabın 167 ile 558’inci sayfaları arasında toplam 100 adet “EK” bulunmaktadır. Bu kısımda başta Ankara 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin ve Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin gerekçeli kararları, ara kararları, duruşma tutanakları ve dava dilekçesi, temyiz dilekçesi, beyan dilekçesi, bilirkişi raporu itiraz dilekçesi, bilirkişi reddi dilekçesi gibi çeşitli dilekçeler bulunmaktadır. Keza bu kısımda Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin davamıza ilişkin verdiği onama kararı da yayınlanmaktadır.

Eklerdeki belgelerin sayfa düzeni değişmiştir. Zira bunların orijinalleri A4 kağıdı boyutundadır (21 cm x 29,7 cm). Bunları kitap boyutuna (16,5 cm x 23,5 cm) boyutuna getirdim. Bu nedenle sayfa düzenleri, satır uzunlukları, punto büyüklükleri vs. değişti. Ancak belgelerin içeriklerinde şu üç hâl dışında bir değişiklik yapılmamıştır: (1) Bu belgelerden Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, adres bilgisi gibi kişisel veri niteliğinde bazı bilgileri çıkardım. Bu durumda bunların yerine üç nokta koydum. (2) Bazı yerlerde, özellikle tarih ve sayılarda olan maddi hataları düzelttim. (3) Bazı yerlerde de yazım yanlışlarını düzelttim. Maalesef duruşma tutanaklarının çoğunda onlarca yazım yanlış vardır. Bunlar metni okumayı güçleştirmekte ve dikkat dağıtmaktadır. Bunları çoğunlukla düzelttim. Belki bunların olduğu gibi kalması daha doğru olurdu. Ama bu hataların önemli bir kısmı, kişi isimlerinin küçük harflerle yazılması, isimlerden sonra kesme işareti konulmaması, cümlelerin küçük harfle başlatılması ve sayısız yazım yanlış gibi okumayı güçleştiren dikkati dağıtan yanlışlardır. Bu vesileyle belirtmek isterim ki, Türk adliyesinde galiba katip kalitesine ilişkin de sorunlar vardır. Ankara 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin katiplerinin tutanaklarında pek çok yazım yanlışı olduğunu söylemek isterim. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin tutanakları ise oldukça hatasızdır. Adı geçen Daire huzurundaki 11 Temmuz 2018, 19 Eylül 2018, 21 Kasım 2018, 13 Şubat 2019, 13 Mart 2019, 8 Mayıs 2019 ve 29 Mayıs 2019 duruşmaların tutanaklarını tutan sayın katip Numan Çilesiz’i tebrik etmek gerekir.

Ankara 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin 12 Temmuz 2017 tarih ve E.2012/49, K.2017/292 sayılı gerekçeli kararı 293 sayfadır. UYAP’taki gerekçeli karar .tiff formatındadır. Bende ayrıca asıl kararın bir fotokopisi vardır. Gerekçeli kararı bu nedenle Word programına aktaramadım. Bu uzun kararın tamamını değil, ancak 50 sayfalık bir kısmını bu kitaba ek olarak koyabildim. Bu konuda açıklama aşağıda “EK-64”ün başında (s.332) yapılmıştır.

VIII. TEŞEKKÜR

Bu kitabı yazım aşamasında aşağıda isimleri geçen meslektaşlarıma okuttum. Onların eleştiri, görüş ve önerilerinden yararlandım. Kendilerine teşekkürü borç bilirim.

Şüphesiz bu davada ve keza bu davanın kitaplaştırılmasında kendisine teşekkür borcum olan kişilerin başında bu davayı takip eden avukatım sayın Fahrettin Kayhan geliyor. Sayın Kayhan bu davayı 8 yıl boyunca büyük bir özveriyle takip etti. Bu davada toplam 38 adet duruşma yapıldı. Sayın Kayhan, mazereti nedeniyle katılamadığı bir iki duruşma dışında, geri kalan bütün duruşmalara katıldı. Çoğu bir iki dakikalık olan bu duruşmaların her biri için muhtemelen bir iki saati gitti. Dava sürecinde başta dava dilekçesi olmak üzere pek çok dilekçeyi birlikte hazırladık. Bazen ben de davacı asıl sıfatıyla bir dilekçe sundum; sayın Fahrettin Kayhan da aynı konuda vekil sıfatıyla bir dilekçe daha sundu. Sayın Kayhan, gerek birlikte hazırladığımız dilekçelerin, gerekse kendisinin hazırladığı dilekçelerin bu kitapta yayınlanmasına izin verdi. Sayın Fahrettin Kayhan’a öncelikle dava takip sürecinde gösterdiği özen ve yaptığı yardımlar için teşekkür ediyorum.

Sayın Fahrettin Kayhan’a ikinci bir teşekkür borcum daha var. Bu kitabın hazırlanması sürecinde ihtiyaç duyduğum ve kendi arşivimde bulamadığım bazı belgeleri ricam üzerine bana sağladı. Bu dava dosyası oldukça hacimli ve yer yer düzensizdir. Keza yargılama süreci de uzun ve karışıktır. Dosyayı ve süreci anlatırken bir maddî hata yapmamak için çok büyük gayret sarf ettim. Bu süreçte bana sayın Fahrettin Kayhan yardımcı oldu. Asıl dosyada bulunan bazı belgeleri teyit etti. Kitapta yazdıklarımı dava dosyası ve yargılama süreci açısından kontrol etti. Kendisine bu yardımları nedeniyle de ayrıca teşekkür ediyorum.

Sayın Fahrettin Kayhan’a bir nedenle daha teşekkür etmek istiyorum. Sayın Kayhan, kitap ortaya çıktıktan sonra kitabı baştan sona okudu. İçerik bakımından görüş, eleştiri ve önerilerde bulundu. Kendisine katkıları için sonsuz teşekkür ediyorum.

Teşekkür borcum olan ikinci kişi değerli dostum avukat Metin Kayaçağlayan’dır. Sayın Kayaçağlayan’dan bu kitabın ilk şeklini okumasını rica ettim. Bana her biri çok değerli olan görüş, eleştiri ve önerilerde bulundu. Burada belirtmek isterim ki, sayın Kayaçağlayan, sadece hukukî değerlendirmelerde bulunmadı, içerikteki dengesizlik ve tutarsızlıkları da bana gösterdi. Metin Kayaçağlayan’ın yardımlarından geçmişteki çalışmalarımda da çok yararlanmıştım. Kendisine teşekkür borcum büyüktür ve her çalışmamdan sonra bu borç artmaktadır.

Teşekkür borcum olan üçüncü kişi avukat sayın Mehmet Gün’dür. Başka bir vesileyle yaptığımız bir yazışma vesilesiyle, kendisine yazdığım bu kitaptan bahsedip, kitapta bulunan ve hukukî değerlendirilmesinde tereddüt ettiğim bir konu hakkında tecrübeli bir avukat olan sayın Gün’e fikrini sordum. Bunun üzerine sayın Gün gönüllü olarak benim kitabımı baştan sona okumaya ve değerlendirmeye başladı. Değerlendirmelerinden çok yararlandım. Kendisine çok teşekkür ediyorum.

Teşekkür borcum olan dördüncü kişi Bursa Uludağ Üniversitesi Hukuk Fakültesinden meslektaşım Doç. Dr. Cengiz Topel Çelikoğlu’dur. Sayın Çelikoğlu’ndan kitabımı medenî usûl hukuku açısından değerlendirmesini rica ettim. Sayın Çeklikoğlu, kitabımın ilk şeklinin her bir bölümünü büyük bir dikkatle ve oldukça kısa bir sürede okudu ve medenî usûl hukuku bakımından düzeltmelerde bulundu. Sayın Çelikoğlu’nun katkısı olmasaydı, kitabımda usûl hukuku bakımından bazı hata ve eksiklikler olacaktı. İlave etmem gerekir ki, sayın Çelikoğlu’nun katkısı kitabımdaki usûl hukuku açısından olan hataların düzeltilmesinden ibaret değildir. Sayın Çelikoğlu, ayrıca kitabın içeriğine ilişkin de çeşitli eleştiri, görüş ve önerilerde bulundu. Kendisine teşekkür ediyorum.

Teşekkür borcum olan beşinci kişi Bursa Uludağ Üniversitesi Hukuk Fakültesinden meslektaşım Prof. Dr. Zeynel T. Kangal’dır. Sayın Kangal, kitabımın ilk şeklini okudu ve kitabımın ceza hukuku açısından değerlendirmelerini yaptı. Bunlardan çok yararlandım. Kendisine teşekkür ediyorum.

Burada belirtmek isterim ki, avukatım Fahrettin Kayhan dışında, yukarıda ismini saydığım kişiler, bu davanın görülmesi sırasında davadan haberdar değillerdi. Davaya değil, bu kitaba katkıda bulundular. Davayı, ben ve vekilim Fahrettin Kayhan birlikte yürüttük. Davada varsa hatalar, bize aittir.

* * *

Nihayet, diğer kitap ve makalelerimde olduğu gibi, bu kitapta da teşekkür borcum olan üç kişi var: Sibel Yılmaz, Salih Taşdöğen ve Dr. Yahya Berkol Gülgeç. Bu üç genç meslektaşım, kısa zamanda ve büyük bir özveriyle bu kitabın düzeltmelerini yaptılar. Kendilerine teşekkür ediyorum.

IX. SON GÖZLEMLER

Bu kitap büyük bir dikkat ve ihtiyatla yazılmıştır. Kitabı yukarıda isimlerini zikrettiğim meslektaşlarıma okuttum. Ben de kitabı tekrar tekrar okudum; pek çok yerini düzelttim; pek çok yerini tekrar kaleme aldım. Neticede bu kitabın ilk şekli ile şu an elinizde tuttuğunuz şekli arasında içerik ve üslûp bakımından, bazı farkların ortaya çıkmış olması muhtemeldir.

Güzel bir kitap, kalpten gelen bir sesle bir çırpıda yazılır ve bir çırpıda okunur. Zaten “üslûp” denen şey, bir metnin kalpten gelen sesle bir çırpıda yazılmasından başka bir şey değildir. Ben kalpten gelen sesle bir çırpıda yazdığım metinlere, daha sonra, pek çok müdahalede bulundum. Bu müdahaleler sonucunda kitabın son hâli, ilk hâline göre üslûp bakımından daha zayıf hâle gelmiş olabilir.

Ancak dava dosyanın içeriğinde olan ve verilmesi gerektiğini düşündüğüm bilgileri, birkaçı hariç, vermeye gayret ettim. Üslûptan çok, ama vakıalardan az feragat ettim.

Okuyucularımdan kitabımı sabırla okumalarını rica ediyorum. Bu kitap, uzun ve karışık bir hâlde bulunan vakıalar üzerine dikkatlice yazılmış bir kitaptır. Bu vakıaları adım adım sunmaya çalıştım. Kitapta yorum ve açıklamadan çok vakıalar verilmektedir. Bu nedenle bu kitabı okurken belki canınız sıkılacak, belki dikkatiniz dağılacak; ama bu kitapta bu davayı bilmek için ihtiyaç duyduğunuz vakıaların çoğunluğu vardır. Vakıalar da konuşur. Vakıaların ne dediğine kulak verin!



DİPNOTLAR
(Geri dönmek için dipnot numarasının üzerine tıklayınız).
[1] Birkaç örnek: İlter Ertuğrul, “Mümtaz Soysal’ın ve Kitabının Yargılanışı”, in Mümtaz Soysal, Anayasaya Giriş, Ankara, İmge, 3. Baskı, 2011, s.353-639 (İlter Ertuğrul, burada, yargılama sürecine ilişkin açıklamalarla birlikte, Mümtaz Soysal’ın Anayasaya Giriş isimli kitabından dolayı 12 Mart döneminde Ankara Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi önünde yargılandığı davanın dosyasının önemli bir kısmını -bilirkişi raporlarını dahil- yayınlanmaktadır). Emine Gürsoy Naskali (Haz.), Yassıada Zabıtları, İstanbul, Kitabevi Yayınları, 2005, 18 Cilt; Aziz Nesin, Hüsnü Göksel ve Haluk Gerger (Der.), Aydınlar Dilekçesi Davası, İstanbul, Adam Yayınları, 1986; Yaşar Şahin Anıl, Mahkeme Tutanaklarına Göre İzmir Suikastı Davası, İstanbul, Kastaş Yayınları, 2015; Türkiye İhtilâlcı İşçi Köylü Partisi Davası: Savunma, İstanbul, Kaynak Yayınları, 1992; Necip Fazıl Kısakürek, Müdafaalarım, İstanbul, Büyük Doğu Yayınları, 2018; Şenal Sarıhan, Madımak Yangını: Sivas Katliamı Davası, Ankara, Ankara Barosu Yayınları, 2002, 2 Cilt.
[2] 2. Örnek olarak yukarıda 1 nolu dipnotta sayılan kitaplara bakınız.
[3] Sayın Hasan Yazıcı, bu kitapta İhsan Doğramacı’nın kendisine karşı açtığı tazminat davasını anlatıyor ve bu davadan yola çıkarak, Türk yargısına ve akademisine bazı eleştiriler yöneltiyor. Bu kitap, hiç şüphesiz, Türkiye’de bilim etiğinin gelişmesi ve fikrî haklar bilincinin oluşması bakımından köşe başı kitaplardan biridir. Sayın Yazıcı’nın İhsan Doğramacı’nın Annenin Kitabı isimli kitabında, Benjamin Spock’un Baby and Child Care isimli kitabından yapılmış intihaller bulunduğu yolunda yazısı ve bu yazı nedeniyle İhsan Doğramacı’nın Hasan Yazıcı’ya karşı açtığı tazminat davası ve bu dava nedeniyle sayın Yazıcı’nın verdiği mücadele, Türkiye’deki intihal sorunu hakkında farkındalığın oluşmasına çok önemli katkılarda bulundu. Hasan Yazıcı’nın mücadelesi, Türkiye’deki bilim etiği ve fikrî haklar karanlığında bize bir kutup yıldızı gibi yol gösterdi. Burada önemle belirtmek isterim ki, sayın Yazıcı’nın bu mücadelesi bana da kişisel olarak ilham ve cesaret verdi.
[4] https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/5612.




KENDİLERİNDEN BU KİTABIN ERİŞİMİNİN ENGELLENMESİ TALEP EDİLEBİLECEK SULH CEZA HAKİMLERİ İÇİN BİLGİ
Anayasa Mahkemesinin 26 Ekim 2017 tarih ve 2014/5552 sayılı Ali Kıdık kararında geliştirdiği içtihada göre, 5651 sayılı Kanunun 9’uncu maddesiyle öngörülmüş olan erişimin engellenmesi usulü “ancak internet yayınının kişilik haklarını apaçık bir şekilde ihlal ettiğinin daha ilk bakışta anlaşıldığı durumlarda işletilebilir. Bir kimsenin çıplak resimlerinin veya video görüntülerinin yayımlanması gibi kişilik haklarının ihlal edildiğinin daha ileri bir inceleme yapılmaya gerek olmaksızın ilk bakışta anlaşılabildiği hâllerde 5651 sayılı Kanun'un 9. maddesinde öngörülmüş olan istisnai usul işletilebilir” (2014/5552 sayılı Ali Kıdık Kararı, Paragraf 62).
Anayasa Mahkemesinin 19 Nisan 2018 tarih ve 2014/5232 sayılı Kemal Gözler (1) kararı ve 10 Aralık 2019 tarih ve 2015/5612 sayılı Kemal Gözler (2) kararı ile erişimi sulh ceza hakimliği kararıyla engellenmiş benzer kitaplarımın Anayasanın 26 ve 27’nci maddelerinde güvence altına alınan ifade, bilim ve sanat hürriyetlerinin koruması altında olduğuna karar vermiş ve verilen sulh ceza hakimliği kararları yargılamanın yenilenmesi yoluyla kaldırılmıştır (Bkz.: Makale 1 ve Makale 2).
Hâkimler ve Savcılar Kurulunun “Hâkim ve Savcıların Derece Yükselmesi Esaslarına İlişkin İlke Kararı”nın 6’ncı maddesinin birinci fıkrasına 15 Ocak 2020 tarihinde eklenen j bendine göre, hâkim ve savcıların yükselmelerinde “Anayasa Mahkemesince yapılan incelemelerde ihlal kararına sebebiyet verip vermedikleri” hususu da göz önünde bulundurulur. K.G.




Bu metin, Kemal Gözler, Gözler v. Çağlayan Davası: Gözlemler ve Eleştiriler (Bursa, Yazarın Kendi Yayını, Eylül 2020) başlıklı kitabımızın 1 ilâ 12’nci sayfalarından alınmıştır.

BU METNE AŞAĞIDAKİ ŞEKİLDE ATIF YAPILMASI ÖNERİLİR:
Kemal Gözler, Gözler v. Çağlayan Davası, Bursa, Yazarın Kendi Yayını, 2020, “Önsöz”, s.1-12 (www.idare.gen.tr/gcd-onsoz.htm) (Yayın Tarihi: 12 Eylül 2020).



KİTABIN İZLEYEN BÖLÜMÜ: “Ön Sorunlar”



(c) Kemal Gözler, 2020.
Copyright ve Sorumluluk
İktibas (Alıntı) Koşulları
Atıf (Kaynak Gösterme) Usulleri

Editör: Kemal Gözler
E-Mail:
twitter.com/k_gozler
Ana Sayfa: www.idare.gen.tr
Bu Sayfa: www.idare.gen.tr/gcd-onsoz.htm
Yayın Tarihi: 12 Eylül 2020