[Ana Sayfa]


ÖN SORUNLAR


Bu metin, Kemal Gözler, Gözler v. Çağlayan Davası: Gözlemler ve Eleştiriler (Bursa, Yazarın Kendi Yayını, Eylül 2020) başlıklı kitabımızın 13-33’üncü sayfalarından alınmıştır.




Kemal Gözler*

Yukarıda “Önsöz” bölümünde açıkladığımız gibi bu çalışma kendi türünde bir ilktir. İlk olması nedeniyle de bazı problemlere ve tartışmalara gebedir. Bu nedenle asıl konuya geçmeden önce, “Ön Sorunlar” başlıklı bu bölümde, bazı ön sorunları tartışmakta yarar vardır. Bu ön sorunlar şunlardır:

I. Mahkeme Kararları Yayınlanabilir mi?

II. Bilirkişi Raporları “Fikrî Eser” midir? Başkaları Tarafından Yayınlanabilir mi?

III. Taraf Dilekçeleri Başkaları Tarafından Yayınlanabilir mi?

IV. Dava Dosyasındaki Kişisel Veriler Yayınlanabilir mi?

V. Dava Dosyasındaki İdarî Soruşturmalara İlişkin Bilgiler Yayınlanabilir mi?

VI. Dava Dosyasındaki Ceza Soruşturmalarına İlişkin Bilgiler Yayınlanabilir mi?

Çalışmaya başlamadan önce bu soruları sormak ve bunlara cevap vermek gerekir. Zira bu soruların dile getirdiği her konu, bu çalışma için bir risk teşkil eder.

Birinci ön sorunla başlayalım.

I. MAHKEME KARARLARI YAYINLANABİLİR Mİ?

Hiç şüphesiz ki, mahkeme kararları yayınlanabilir. 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 31’inci maddesine göre “kazai kararların çoğaltılması, yayılması, işlenmesi veya her hangi bir suretle bunlardan faydalanma serbesttir”. “Kazai kararlar”, yani “yargı kararları” kapsamına sadece gerekçeli kararların değil, ara kararlar ve keza ara kararların içinde yer aldığı duruşma tutanaklarının da girdiği aşikârdır. Dolayısıyla gerek davanın tarafları, gerekse üçüncü kişiler, bir dava dosyasında yer alan, duruşma tutanaklarını, ara kararları ve nihaî kararları yayınlayabilir.

Ben de bu kitapta Gözler v. Çağlayan davasındaki duruşma tutanaklarını, ara kararları ve nihaî kararları yayınlıyorum.

Mahkeme kararlarının yayınlanması konusu esasen tartışmalı bir konu değil. Tartışmalı olan hususların çoğu kanundan değil, uygulamadan kaynaklanıyor. Uygulamada çoğunlukla, kanunen gerekmemesine rağmen, kararda geçen isimler makaslandıktan veya baş harflerle kısaltıldıktan sonra kararlar yayınlanıyor.

5846 sayılı Kanunun öngördüğü mahkeme kararlarının yayınlaması kuralı istisnası olmayan genel bir kuraldır. 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 31’inci maddesinde “kazaî kararların çoğaltılması, yayılması, işlenmesi veya her hangi bir suretle bunlardan faydalanma serbesttir” denmektedir. Kanunda “kazaî kararlar”, yani “yargı kararları” ibaresi bir “genel ibare (generalia verba, âmm lafız)” olarak kullanılmıştır. Hukukun genel teorisinde “genel ibareler, genel anlamda yorumlanır “(generale dictum generaliter est interpretandum)”; “kanunun ayrım yapmadığı yerde ayrım yapılmaz (lege non distinguente non nobis est distinguere) [1]. Kanun herkese mahkeme kararlarını yayınlama hakkını vermiştir, bu hakkı verirken yayınlanacak şeyi “kazaî kararlar” şeklinde bir genel ibare ile belirtmiştir. Bu ibarenin içine her çeşit yargı kararı gireceği gibi yargı kararının her kısmı ve her cümlesi girer.

Nitekim 2797 sayılı Yargıtay Kanunu (m.49/1), “gönderilen kararların özetleriyle birlikte aynen yayımlanması zorunludur” diyerek, Yayın İşleri Müdürlüğüne kararı aynen yayınlama, yani isim çıkarmadan yayınlama görevi vermektedir.

Hukukumuzda isteyen herkes istediği mahkeme kararını, makaslamadan bir bütün olarak, aynen yayınlama hakkına sahiptir. Karardan kişi isimleri gibi bazı unsurları makaslamak zorunda değildir. Böyle bir zorunluluk, Anayasamızın 26’ncı maddesinde güvence altına alınan düşünceyi yayma hürriyeti ve 27’nci maddede güvence altına alınan bilim hürriyeti gibi hürriyetlerin sınırlanması anlamına gelir ki, Anayasamızın 13’üncü maddesi uyarınca bu temel hak ve hürriyetler “ancak kanunla” sınırlanabilir.

Benim bildiğim kadarıyla, yayınlanan kararlardan hâkim isimlerinin, davacı ve davalı isimlerinin, bilirkişi isimlerinin çıkarılmasını öngören bir kanun hükmü yoktur. 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununda (m.14/2), 2797 sayılı Yargıtay Kanununda (m.49/1, 50/2-b, m.58) Yargıtay kararlarının yayınlanması zorunluluğunu getiren hükümler vardır. Ancak bu maddelerde kararlardan isimlerin çıkarılmasına ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır.

Gerçi 12 Nisan 2014 tarih ve 28970 sayılı Resmî Gazetede yayınlanan “Yargıtaydan Verilen İcra ve İflas İşlerine Ait Kararların Yayımlanmasına Dair Yönetmelik” (m.6), yayınlanacak kararların “anonim hale getirilmesi”ni öngörmektedir. İki şey söylenebilir: (1) Bu Yönetmelik, sadece icra ve iflas işlerine ait kararlara ilişkindir. (2) Kaldı ki, Yönetmeliğin bu hükmü Kanuna da aykırıdır; zira söz konusu Yönetmeliğin kanunî dayanağı 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 14’üncü maddesidir ve bu maddede “Yargıtay, icra ve iflâs işlerine ait kararların tamamını düzenli olarak yayımlar” denmektedir. Yayınlanan kararlardan isim çıkartılmasına ilişkin bir hüküm, söz konusu Yönetmeliğin dayanağı olan İİK, m.14’te yoktur. Yayınlanan karardan isim çıkartılmasını öngören hüküm, Kanunla değil, Yönetmelikle getirilmiştir. Anayasamızın 124’üncü maddesine göre yönetmelikler, “kanunlara aykırı olmamak şartıyla” çıkarılabilirler. İlave edeyim ki mahkeme kararından isim çıkarma zorunluluğunun getirilmesi, Anayasamızın 26’ncı maddesinde yer alan ifade hürriyetinin ve 27’nci maddesinde yer alan bilim hürriyetinin kapsamının daraltılması, yani bir temel hak ve hürriyetin sınırlanması anlamına gelir. Böyle bir sınırlamanın kanunla değil, yönetmelikle yapılması Anayasamızın 13’üncü maddesinde öngörülen “ancak kanunla sınırlama” şartına aykırıdır.

Bilindiği gibi hukukumuzda yargılamanın alenîliği prensibi geçerlidir. Anayasamızın 141’inci maddesine göre “mahkemelerde duruşmalar herkese açıktır. Duruşmaların bir kısmının veya tamamının kapalı yapılmasına ancak genel ahlâkın veya kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hâllerde karar verilebilir. Küçüklerin yargılanması hakkında kanunla özel hükümler konulur”. Dolayısıyla Anayasa, m.141’e dayanarak duruşması açık yapılan bir davada verilen kararda isimlerin makaslanmasının zorunlu olmadığı söylenebilir.

İsimlerin makaslanmasını gerektiren “genel ahlâk”, “kamu güvenliği” ve “küçüklerin korunması” gibi bir sebep var ise, mahkemenin duruşmaların kapalı yapılmış olmasına karar vermiş olması gerekir. Duruşmaları alenî yapılmış bir davada verilen kararları yayınlayan kişiler, isimleri genel ahlâk vb. sebeplerle makaslamak zorunda değildir. Böyle bir sebep varsa, mahkeme duruşmayı gizli yapmalıdır.

Gizlilik kararı alınmış bir davada gizlilik kararının dayandığı sebebin haklı gösterdiği durumlarda isimler, karar yayınlanmadan önce makaslanmalıdır. Ancak bu durumda dahi kararda ismi geçen herkesin değil, sadece gizlilik kararının dayandığı “genel ahlâk”, “kamu güvenliği” ve “küçüklerin korunması” gibi sebepler açısından isminin gizlenmesi haklı görülen kişilerin isimleri gizlenebilir. Bu nedenle, bir davada böyle sebepler olsa ve duruşmada gizlilik kararı alınmış olsa bile, bu sebeplere dayanarak hâkimlerin isimleri, savcıların isimleri, avukatların isimleri, bilirkişilerin isimleri, tanıkların isimleri gizlenemez. Çünkü bu sebepler, mahiyeti gereği bu kişiler için geçerli değildir. Bir küçüğün davasında küçüğün ismi açıklanmamalıdır; ama bu davaya bakan hâkimin ismi neden açıklanmasın?

Benim bu kitapta yayınladığım mahkeme kararları, Gözler v. Çağlayan davasından alınmıştır. Bu dava “genel ahlâk”, “kamu güvenliği” ve “küçüklerin korunması” sebepleriyle ilgili bir dava değildir. Bu davanın hiçbir aşamasında gizlilik veya kapalılık kararı alınmamıştır. Bu dava baştan sona alenî olarak görülmüş bir davadır. Bütün duruşmalar açık yapılmıştır. Dolayısıyla bu davadaki bütün ara kararları ve nihaî kararlarda geçen isimler yayınlanabilir.

Bu konuda benim görüşüm bundan ibarettir. Ancak ülkemizde bu konuda gerçekten ağır sorunlar vardır. Bu nedenle yayınlanan kararlarda isim geçmesi konusunda ismi geçen kişileri gruplara ayırarak ayrıca tartışmakta yarar vardır.

A. HÂKİM İSİMLERİ YAYINLANABİLİR Mİ?

Hâkim isimleri yayınlanabilir mi? Tabiî ki yayınlanabilir. Bu soru aslında hukuk literatürünün taş devrinde kalması gereken ilkel bir sorudur.

Gizli hâkim olmaz. Hâkimi ismen belli olmayan bir makama mahkeme denemez. Nasıl gizli hâkim olmaz ise, hâkimin ismi gizlenmiş mahkeme kararı da olmaz. Nasıl hâkiminin ismi gizlenmiş bir makama mahkeme denemez ise, kararı veren hâkimin isminin gizlendiği bir karara da mahkeme kararı denemez.

Karar, uyuşmazlık konusunda hâkimin yaptığı bir irade açıklamasıdır. Ortada bir irade açıklaması var ise bunun bir sahibi de vardır.

Hâkimin ismi mahkeme kararının ayrılmaz bir parçasıdır. Hâkimin isminin olmadığı bir karar, bir mahkeme kararı değildir. Hâkimin ismi mahkeme kararının bir parçası ise, mahkeme kararını yayınlama hakkı, hâkimin ismini yayınlama hakkını da içerir.

Medenî dünyada bütün kararlar, hâkimlerin ismiyle birlikte yayınlanır ve hâkimin ismi anılarak bu kararlardan alıntı yapılır. Kararı veren hâkimin ismini zikretmeden hâkimin kararından alıntı yapmak bir usûlsüz alıntıdır.

Hâkimlerin yazdıkları kararlar da bir fikrî eserdir. Bu kararlar bir makine tarafından yazılmaz. Bir insan tarafından yazılır. Mahkeme kararları, onları veren hâkimlerin emeğinin ve zihninin ürünüdürler. Onların hususiyetini taşırlar. Her hâkimin, bir eser sahibi olarak, eserinden yararlanılırken isminin zikredilmesini istemeye hakkı vardır. Hâkimler eserleri olan kararları üzerine malî haklara sahip değildir; ama kararları üzerinde eser sahipliğinden kaynaklanan manevî haklara sahiptirler ki, bu manevî hakların başında eser sahibi olarak isminin belirtilmesini isteme hakkı gelir.

Yayınlanan kararlarda hâkimin isminin belirtilmesinin ve keza bu kararlar eleştirilirken kararı veren hâkimin isminin zikredilmesinin sağlayacağı pek çok yarar da vardır. Kararlarının ismiyle zikredileceğini bilen hâkim, kararını daha büyük bir özen göstererek yazar. Mahkeme kararlarında hâkimin isminin belirtilmesi kararların kalitesini artırır. Kararlardan alıntı yapılırken hâkimlerin isimlerinin zikredilmesi hâkimleri daha kaliteli kararlar yazmaya teşvik eder.

Bilindiği gibi ABD Federal Yüksek Mahkemesinin Marbury v. Madison kararından alıntı yapılırken hep bu kararı yazan hâkim John Marshall’ın adı zikredilir. Dünyada şimdiye kadar yazılmış bir anayasa hukuku kitabı veya bir anayasa hukuku makalesi Marbury v. Madison kararı kadar atıf almamıştır. Yine şimdiye kadar bir hukuk profesörü, hâkim John Marshall’ın aldığı atıf kadar atıf almamıştır.

ABD’de mahkeme kararlarının bir fikrî eser olarak oldukça kaliteli oldukları genel olarak kabul edilir (hâliyle bir kararın içerik olarak doğruluğu başka şey, bir fikri eser olarak kalitesi başka şeydir). Bu ülkede mahkeme kararlarına kararları veren hâkimlerin adını zikrederek atıf yapma geleneği olmasaydı, bu ülkede kararlar bu kadar kaliteli olabilir miydi?

Türkiye’de de mahkeme kararlarından alıntı yaparken kararları veren hâkimlerin isimlerinin zikredilmesi hâkimleri daha kaliteli karar yazmaları için motive edecektir.

Maalesef Türkiye’de hâkimlerin çoğunluğu verdikleri kararlar yayınlanırken isimlerinin zikredilmesini bizzat kendileri istemiyorlar; büyük bir kısmı sanıyorum bundan rahatsızlık duyuyorlar. Özellikle yüksek mahkemelerin kararlar dergilerinde yayınlanan kararlardan hâkim isimleri makaslanıyor. Kararlar kararı veren hâkimlerin adı çıkartıldıktan sonra yayınlanıyor. Neticede Türkiye’de her hâkim, görevde iken “hâkim”dir; görevden ayrılınca ismi unutulur gider. Yayınlanan kararda hâkimin isminin gizlenmesi, bizzat hâkimlere yapılmış büyük bir kötülüktür. Avrupa’da, ABD’de, Güney Amerika, Hindistan’da ve hatta geçmişte Britanya sömürgesi olan Afrika ülkelerinde hâkimler, verdikleri kararlarla ölümsüzleşir. Öldükten yüz yıl sonra da isimleri anılan pek çok hâkim vardır. Türkiye’de ismi ölümsüzleşmiş, Refik Gür’den başka kaç hâkim var?

İlâve edeyim ki, mahkeme kararlarının bu kararları veren hâkimlerin isimleriyle birlikte yayınlanmasının ve bu kararların hâkimlerin isimleriyle zikredilerek eleştirilmesinin sağlayacağı pek çok yarar vardır. Bu şekilde hâkimler, karar yazma işini daha ciddiye alırlar; daha kaliteli kararlar yazmak zorunda kalırlar.

Hâkimler yargı yetkisini kendi adlarına değil, Türk milleti adına kullanırlar. Hâliyle Türk milletinin kendi adına kimin ne karar verdiğini bilmeye ve bu kararları eleştirmeye hakkı vardır.

Hâkimlerin isimlerinin bilinmediği yerde kamuoyu denetimi, kamunun bilgi edinme hakkı işlemez. Bu hakların bir anlamının olabilmesi için kararı veren hâkimin isminin bilinmesi gerekir.

Yayınlanan kararda hâkimin isminin belirtilmesi, mahkeme kararını eleştirirken hâkimin isminin zikredilmesi, hâkimi hedef göstermek demek değildir. İsim zikretmeden eleştiri olmaz. Hatayı mahkeme binaları yapmaz; hâkimler yapar. İsim eleştirinin ayrılmaz parçasıdır. “İsmimi belirtmeden kararımı eleştir” demek eleştirinin doğasıyla bağdaşmaz.

Ayrıca belirtelim ki, hâkim ismi belirtmeden yapılan her eleştiri, görevini iyi yapan her hâkime haksız yere yöneltilmiş bir eleştiri anlamına gelir. İsim vermeden bir mahkeme kararı, bir daire kararının eleştirilmesi, mahkemenin veya dairenin görevini hakkıyla yapan diğer üyelerini de töhmet altında bırakır.

Kararlardan hâkim isimlerinin çıkartılması, karara karşı oy yazan hakimlerin fikrî hakları açısından da büyük bir haksızlık olmaktadır. Karşı oy yazısında bir hâkim, üyesi olduğu heyetin kararına katılmamakta ve bu kararın neden yanlış bulduğunu açıklamaktadır. Bu hâkim, haliyle karşı oy yazısının olabildiğince çok kişi tarafından okunmasını ve keza kendi isminin de bilinmesini ister. Kararın çoğunluk kısmından hâkim isimleri makaslanınca karşı oy yazısından da hâkim ismi veya isimleri makaslanır. Güzel bir karşı oy yazısını yazan, hâkimin ismi böylece bilinmez. İsmi bilinmeyecek ise, bu hâkim neden bundan sonra karşı oy yazısını güzel bir şekilde yazmaya çalışsın ki [2]?

Hâkimler hakkında yukarıda söylenenler, savcılar için de geçerlidir. Onların da isimleri yayınlanabilir.

Bu kitapta ek olarak yayınladığım mahkeme kararlarından hâkim isimlerini çıkarmadım. Kararları tam metin olarak verdim. Ekteki kararlarda hâkimlerin isimleri de bulunmaktadır.

Hâkim isimlerini, sadece ek olarak yayınladığım kararlarda değil, kitabımın açıklama ve eleştiri bölümlerinin başında ve keza bölümlerin içinde yeri geldikçe zikrettim. Yukarıda sebeplerini açıkladığım gibi, eleştiri yaparken hâkim isminin belirtilmesinin gerekli olduğunu düşünüyorum. İsim belirtilmeden yapılan bir eleştirinin kamuoyu denetimi açısından yapacağı bir etki yoktur. Kararı eleştirirken hâkim ismini zikretmek, bir kitap veya bir makaleye eleştirirken bu kitap veya makaleyi yazan yazarın ismini zikretmek kadar normal bir şeydir. Nasıl yazar ismi kitap ve makalenin künye bilgisinin bir parçası ise, mahkeme ve hâkim ismi de kararın künye bilgisinin bir parçasıdır. Not etmek bile gerekli değildir; ama yine de şunu belirtmek isterim: Benim burada hâkim isimlerini zikrederek hâkimler ile polemiğe girmek gibi bir niyetim hâliyle yoktur. Benim derdim hayatımda görmediğim hâkim Ahmet Beyin veya hâkime Ayşe Hanımın şahıslarıyla ile ilgili değil, onların verdiği ve yanlış olduğunu düşündüğüm kararlarıyla ilgilidir. Her hâkimin de kendi kararının incelenmesine ve eleştirilmesine katlanmak zorunda olduğunu düşünüyorum.

B. BİLİRKİŞİ İSİMLERİ YAYINLANABİLİR Mİ?

Türkiye’de maalesef bilirkişilerin önemli bir kısmı yayınlanan mahkeme kararlarında isimlerinin geçmesini istemiyorlar.

İlginçtir ki, benim davamda Ankara 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin 12 Temmuz 2017 tarih ve E. 2012/49, K.2017/292 sayılı gerekçeli kararında bütün bilirkişilerin isimleri, baş harfleriyle kısaltılarak gizlenmiştir (Bkz. EK-64, infra, s.336-337). Altını çizerek belirtmek isterim ki, yayınlanan kararda değil, mahkemenin verdiği gerekçeli kararın mühürlü aslında bilirkişi isimleri makaslanmıştır. Dosyaya erişimi olmayan bir kişinin bu davada görev yapan bilirkişilerin isimlerini öğrenmesi mümkün değildir. Oysa bu davada gerekçeli karar, söz konusu bilirkişi raporları üzerine kuruludur. Gerekçeli kararın temelini oluşturan bilirkişi raporunun kimin imzasını taşıdığını bilmek, kamunun hakkıdır.

Sadece yayınlanan kararlarda değil, kararın mühürlü ve imzalı aslında dahi isimlerin makaslanması, isim korkusunun en ileri hâlidir [3].

Bilindiği gibi Hukuk Muhakemeleri Kanunumuza göre, pek çok durumda, hâkim hakkındaki hükümler, kıyasen bilirkişiye de uygulanır. Yukarıda “A. Hâkim İsimleri Yayınlanabilir mi?” başlığı altında hâkimler için söylediğim her şey kıyasen bilirkişiler için de söylenebilir. Gizli hâkim olmayacağı gibi gizli bilirkişi de olmaz. Bilirkişi raporu bir “kanaat”tir. “Kanaat” bir makineden değil, bir insandan çıkar. Dolayısıyla kanaatin sahibi olan kişinin isminin bilinmesinde yarar vardır.

Ben bilirkişi isimlerinin gizlenmemesi gerektiğini düşünüyorum. Keza bilirkişi raporuna yöneltilen eleştirilerde de bilirkişilerin isimlerinin belirtilebileceği ve belirtilmesinde de yarar olduğu kanısındayım.

Bu nedenle de bu kitapta raporlarını eleştirdiğim bilirkişilerin isimlerini, gizlemedim; açıkça verdim.

C. TARAF İSİMLERİ YAYINLANABİLİR Mİ? [4].

Taraf isimleri, yani davacı ve davalı isimleri, keza ceza davalarında sanık ve katılan isimleri yayınlanabilir mi?

Anayasa, m.141 uyarınca, “genel ahlâk”, “kamu güvenliği” ve “küçüklerin korunması” sebeplerinden birine dayanarak mahkemenin duruşmaların kapalı yapılmış olmasına karar vermiş ise, söz konusu sebebin meşru gösterdiği durumlarda, davacı, davalı, sanık ve katılan isimleri gizlenmelidir. Yani bu tür davada verilmiş bir mahkeme kararı var ise, bu karar, söz konusu sebeplerin gerektirdiği isimler çıkarıldıktan sonra yayınlanmalıdır.

Bunun dışında taraf isimlerinin çıkarılmasını gerektiren bir sebep yoktur. Belirtelim ki, yargılamanın aleni olması kural, gizli yapılması istisnadır. Yorum yoluyla istisna konulamaz. Keza olan istisnalar dar yorumlanır; yorum yoluyla istisnanın kapsamı genişletilemez.

Bütün davalar şu ya da bu şekilde kişinin maddî ve manevî varlığıyla ilgilidir. Bir davanın kişinin manevî varlığı üzerinde etkide bulunacak olması, söz konusu durum Anayasa, m.141’de belirtilen “genel ahlâk”, “kamu güvenliği” ve “küçüklerin korunması” sebeplerine girmiyorsa, o davanın gizli görülmesine ve keza tarafların isimlerinin çıkarılmasına sebep olamaz.

Örneğin usûlsüz alıntı iddiasıyla açılmış bir tazminat davasında bu durum davalıyı üzebilir; ama bu durum davanın gizli görülmesine sebep oluşturmaz. Çünkü böyle bir durumda yargılamanın aleniliği prensibi çok daha önemli bir prensiptir. Bu nedenle böyle bir davada davalı isminin gizli tutulmasını isteme hakkına sahip değildir. Usûlsüz alıntı iddialarının bulunduğu bir tazminat davasında verilmiş bir mahkeme kararı davalının ismi çıkarılmadan yayınlanabilir.

Hâliyle adres bilgisi, TC kimlik numarası gibi tarafların kişisel veri niteliğinde bilgileri kararda, geçiyorsa, bunları karardan çıkarmak gerekir. Ben de yayınladığım karar ve duruşma tutanaklarında varsa bu tür bilgileri makasladım. Burada altını çizerek belirtmek isterim ki, kişi isimleri tek başına bir kişisel veri değildir.

Taraf isimlerine ilişkin şu hususu da belirtmek isterim ki, davacı ve davalının kendi isminin kararda geçmesini isteme hakkı vardır. Davasını kazanan davacı için ismi geçen mahkeme kararın yayınlanması ve keza bu kararın kendi adıyla isimlendirilmesi bizatihi bir manevî tatmin sağlar [5]. Batıda hukuk profesörlerinin isimlerinden daha meşhur davacı isimleri vardır. Bir dava açarak ismini ölümsüzleştiren insanlar vardır. Keza kendisine karşı haksız yere açılmış bir davayı kazanan davalının veya beraat eden sanığın da, pek çok durumda, söz konusu kararda adının geçmesi onlara manevî bir tatmin sağlar.

Ayrıca şunu da belirtmek isterim: Davacı veya davalının, sanığın veya müştekinin isminin yayınlanan kararda geçmesi, adı geçen kişilerin hak arama ve adil yargılanma hakkının bir parçasıdır. Yayınlanan kararda isim geçmedikçe, kararın yayınlanmasının hak arama hürriyeti ve adil yargılanma hakkı bakımından sağladığı bir fayda olmaz. Kararlar zevk için yayınlanmıyor. Bu kararları kamuoyu bilsin, tartışsın diye yayınlanıyor. Yayınlanan kararda ismi geçmedikçe, bu kararın yayınlanmasının davanın taraflarına sağlayacağı bir yarar yoktur.

D. TARAF VEKİLLERİNİN İSİMLERİ YAYINLANABİLİR Mİ?

Hukuk davasında tarafların vekillerinin ve ceza davalarında müdafiin ve katılan vekilinin isimlerinin gizli tutulmasını gerektiren bir sebep yoktur. Anayasa, m.141 uyarınca, “genel ahlâk”, “kamu güvenliği” ve “küçüklerin korunması” sebeplerinden birine dayanarak duruşmaların kapalı yapılmış olması durumunda dahi taraf vekillerinin ve avukatların isimleri yayınlanabilir. Çünkü bu sebepler haliyle avukatlar için değil, avukatın temsil ettiği kişi için geçerlidir.

E. TANIK İSİMLERİ YAYINLANABİLİR Mİ?

Ceza Muhakemesi Kanununun 58’inci maddesinin ikinci fıkrasında açıklanan durum hariç olmak üzere, tanık isimleri yayınlanabilir. Anayasa, m.141 uyarınca, “genel ahlâk”, “kamu güvenliği” ve “küçüklerin korunması” sebeplerinden birine dayanarak mahkemenin duruşmaların kapalı yapılmış olması durumunda da, maksadın haklı göstereceği durumlarda tanığın isminin gizli kalması gerekebilir. Hâliyle bu sonuncu durum genel bir sonuç değildir. Her somut olayda somut sebep bakımından tanığın isminin gizli kalmasına gerek olup olmadığı ayrıca değerlendirilmelidir.

* * *

Mahkeme kararlarından isim çıkartılması meselesi hukuk literatürünün en ilkel, en elementer meselelerinden biridir. Herhalde medenî dünyada Türkiye dışında bu meselenin tartışıldığı bir ülke yoktur. Medenî dünyada, genel ahlakın ve küçüklerin korunması gibi bazı istisnaî durumlar dışında mahkeme kararlarından taraf isimleri çıkartılmaz. Dahası mahkeme kararları da doğrudan doğruya davacı ve davalının isimleriyle zikredilir. Marbury v. Madison gibi. Taraf ismi karardan çıkarılacaksa, bu çıkarmayı doğrudan doğruya mahkemenin kendisi yapar. Bu durumda da davacı veya davalı yerine X gibi bir işaret koyar. Türkiye’de de bu durumu 1990’lardan beri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları nedeniyle ve 2012’den beri de Türk Anayasa Mahkemesinin verdiği bireysel başvuru kararları nedeniyle biliyoruz. Anayasa Mahkemesinin verdiği bireysel başvuru kararlarında başvuranın adı zikrediliyor diye Türkiye batmadı. Mahkeme kararlarında isim geçmesinde korkulacak bir yan yoktur.

II. BİLİRKİŞİ RAPORLARI BAŞKALARI TARAFINDAN YAYINLANABİLİR Mİ?

Yukarıda açıkladığım gibi ben bu kitapta, mahkeme kararlarını ve duruşma tutanaklarını tam metin olarak yayınlıyorum. Zira, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 31’inci maddesine göre “kazai kararların çoğaltılması, yayılması, işlenmesi veya her hangi bir suretle bunlardan faydalanma serbesttir”. “Kazai kararlar”, yani “yargı kararları” kapsamına sadece gerekçeli kararların değil, ara kararların ve keza ara kararların içinde yer aldığı duruşma tutanaklarının da girdiği aşikârdır.

Ancak ben bu kitapta dava dosyasında bulunan bilirkişi raporlarını yayınlamıyorum. Çünkü bunları yayınlamayı riskli buluyorum. Zira bilirkişi raporlarının bir “fikrî eser” olup olmadıkları ve bir fikrî eser iseler, eser sahibinin bu eser üzerindeki haklarının kapsamı hususu tartışmalıdır. Bilirkişi raporlarının bir fikri eser oldukları ve bunlar üzerinde eser sahibinin münhasır haklara sahip olduğu kabul edilirse, benim bilirkişi raporlarını yayınlamam durumunda eser sahiplerinin fikrî haklarını ihlâl etmiş olurum ki, bunun pek çok hukukî ve cezaî sonucu olur. Bu nedenle ben bilirkişi raporlarını bu kitapta yayınlamadım.

Bununla birlikte bilirkişi raporlarının, davanın taraflarınca yayınlanıp yayınlanamayacağı hususunu burada ayrıca tartışmak isterim.

Öncelikle belirteyim ki, ben fikir ve sanat eserleri hukuku uzmanı veya medenî usûl hukuku uzmanı değilim ve dolayısıyla bu konuya esasen hâkim değilim. Ancak literatüre baktığımda bu konuda bir çalışma da bulamadım. Bu konuyu, medenî usûl hukuku, ceza hukuku ve fikir ve sanat eserleri hukuku alanlarında çalışan bir iki meslektaşıma da sordum. Onlardan da birbirleriyle çelişen cevaplar aldım.

Bu nedenle bu konuda kendi düşüncelerimi aşağıda yazmayı uygun görüyorum. İlave edeyim ki, bu konuda, medenî usûlcülerin, ceza usûlcülerin, fikrî haklar uzmanlarının ve hatta anayasa hukukçularının çalışmaları gerekir. Bu konunun enine boyuna tartışılmaya ihtiyacı vardır. Benim bu çalışmam bu konunun tartışılmasına vesile olursa kendimi mutlu sayarım. Nihayet belirtmek isterim ki, özelde bilirkişi raporlarının, genel de dava dosyalarının yayınlanması sorunu bir yüksek lisans veya doktora tez konusu olarak incelenmesinde büyük yarar olacaktır.

A. BİLİRKİŞİ RAPORLARI BİRER “FİKRİ ESER” MİDİR?

5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununda “eser”, “sahibinin hususiyetini taşıyan ve ilim ve edebiyat, musiki, güzel sanatlar veya sinema eserleri olarak sayılan her nevi fikir ve sanat mahsulleri” olarak tanımlanmıştır (m.1/B-1-a). Bu tanıma göre fikri eser olmanın iki temel şartının olduğunu söyleyebiliriz: (1) Sahibinin hususiyetini taşıma, (2) FSEK, m.1/B’de sayılan eser kategorilerinden birine girme.

1. Sahibinin Hususiyetini Taşıma.- Bilirkişi raporları sahibinin hususiyetini taşıyan fikir mahsulü olan şeyler olarak görülebilir ve birer “fikrî eser” olarak kabul edilebilirler. (Belki bazı fennî ve teknik konulardaki hazırlanmış sadece bir formun veya şablonun doldurulmasından veya laboratuar tahlil sonucundan ibaret bilirkişi raporlarının “fikri eser” olmadığı söylenebilir). Benim davamda sunulmuş bilirkişi raporları onlarca sayfa uzunluğundadır ve Ramazan Çağlayan paragrafları ile benim paragraflarım arasında yapılan karşılaştırma ve değerlendirmelere dayanır. Dolayısıyla benim davamda hazırlanan bilirkişi raporlarının sahiplerinin hususiyetini taşıdıkları söylenebilir.

2. FSEK, m.1/B’de Sayılan Eser Kategorilerinden Birine Girme.- Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu, m.1/B-1-a’da, eseri, “ilim ve edebiyat, musiki, güzel sanatlar veya sinema eserleri olarak sayılan her nevi fikir ve sanat mahsulleri” olarak tanımlanmıştır. Buradaki saymanın numerus clausus sayma olduğu kabul edilir [6]. Bilirkişi raporlarının “musiki, güzel sanatlar veya sinema eserleri” kategorisine girmeyeceği açıktır. Bilirkişi raporlarının “ilim ve edebiyat eserleri” kategorisine nasıl gireceği hususu ise tartışmaya açık bir husustur. Bu hususta yapılan bir tartışmaya ben rastlamadım (Hâliyle ben fikir ve sanat eserleri hukuku uzmanı değilim. Benim görmediğim kaynaklar olabilir).

Bilirkişi raporlarının “fikrî eser” olup olmadıkları sorunu benim çözmem gereken bir sorun değildir. Bu sorunu bu alanın uzmanlarına bırakıyorum. Benim açımdan burada önemli olan sorun, bilirkişi raporları birer “fikrî eser” olarak kabul edilseler bile, eser sahiplerine, yani bilirkişilere, eserleri üzerinde ne derece mutlak bir hak tanınıp tanınmayacağı ve özellikle de, onların rızası hilafına bilirkişi raporlarının yayınlanıp yayınlanamayacağı sorunudur.

B. BİLİRKİŞİ RAPORLARI BAŞKALARI TARAFINDAN YAYINLANABİLİR Mİ?

Ben, bilirkişi raporları, birer “fikrî eser” olarak kabul edilseler bile, bunlar üzerinde sahiplerine mutlak bir hak tanınamayacağını ve malî çıkar elde maksadı dışında bilirkişi raporunun eleştirilmesi maksadının haklı kılacağı nispette sahiplerinin izni olmaksızın yayınlanabileceğini düşünüyorum. Sebeplerim şunlar:

1. Bilirkişi raporları, eser sahibinin sübjektif evreninde kendi inisiyatifiyle yarattığı eserler değildir. Zira, bilirkişi raporları, hâkim tarafından yapılan görevlendirilme sonucunda yazılırlar. Bilirkişiler, raporu kendilerine verilen bir kamu görevi dahilinde hazırlarlar. Bilirkişilerin bilirkişi raporu üzerindeki haklarının kapsamı değerlendirilirken bu husus dikkate alınmalıdır.

2. Bilirkişi raporları “sipariş edilmiş eserler”e benzerler. Bilirkişi raporları, hâkimin görevlendirmesiyle, hâkimin belirlediği ücret karşılığında hazırlanır.

3. Bilirkişi ücretinin hukukî niteliği de benim görüşümü destekler niteliktedir. Bilindiği gibi bilirkişi ücretini, davanın tarafları veya devlet öder. Bilirkişi ücreti, bir “telif ücreti” değil; “yargılama giderleri” niteliğinde bir ücrettir. Bilirkişi raporu bir “fikrî eser” olsaydı, onun karşılığında ödenen ücretin hukukî niteliğinin “telif ücreti” olması gerekirdi.

4. Bilirkişi raporunun sadece bilirkişinin emeğiyle hazırlandığı da söylenemez. (a) Bilirkişi raporunda inceleme konusu ve incelenen konunun sınırları bilirkişi tarafından değil, hâkim tarafından belirlenir. (b) Bilirkişi raporu, hâkimin bilirkişiye sorduğu sorulara cevaben hazırlanır [7]. (c) Bilirkişi raporu, tarafların iddia ve savunmalarını değerlendirilerek hazırlanır. Dolayısıyla bilirkişi raporunun kapsamı ve kaynağı, bilirkişinin fikrî mahsûlü değildir; bu unsurlar ona hâkim ve taraflar tarafından sağlanır.

5. Bilirkişi raporu, bilirkişinin yarattığı veya keşfettiği orijinal bir malzeme üzerine kurulu değildir. Bilirkişi raporu dava dosyasında bulunan malzeme üzerine kuruludur. Bilirkişi raporunda davacı ve davalının sunduğu deliller, davacı ve davalıların ileri sürdüğü iddia ve savunmalar tartışılır.

6. Bilindiği gibi, HMK’da bilirkişilere ilişkin pek çok husus, hâkimlere ilişkin hükümlere göndermeyle düzenlenmiştir. Örneğin HMK, m.272/1’de “hâkimler hakkındaki yasaklılık ve ret sebepleriyle ilgili kurallar, bilirkişiler bakımından da uygulanır” denmektedir. Nasıl hâkimlerin yazdıkları kararlar üzerinde eser sahipliğinden kaynaklanan münhasır bir hakları yok ise, bilirkişilerin de yazdıkları bilirkişi raporu üzerinde münhasır bir hakları yoktur.

7. Bilirkişi raporları, bir “fikrî eser” olarak kabul edilebilirse, pekâlâ hâkim kararları da bir “fikrî eser” olarak kabul edilebilirler. Hâkimin kararının veya bilirkişi raporunun fikrî eser olarak kabul edilmesi, onlara eserleri üzerinde mutlak bir hak tanımaz. Nasıl FSEK, m.31 uyarınca, hâkimlerin kararları, onlardan izin almaksızın yayınlanabilirse, hâkimin hükmünün dayanağı olan bilirkişi raporu da, bilirkişinin izni olmadan yayınlanabilmelidir. Tabiî her iki durumda da, eser sahiplerinin eserleri yayınlanırken isimlerinin belirtilmesini isteme konusunda manevî hakları vardır. Yani mahkeme kararı yayınlanırken kararı veren hâkim adı, bilirkişi raporu yayınlanırken bilirkişi raporunu yazan bilirkişinin ismi eser sahibi olarak zikredilmelidir.

8. Mahkeme kararlarının yayınlanmasında nasıl kamu yararı var ise, aynı kamu yararı bilirkişi raporlarının yayınlanmasında da vardır. Zira bilirkişi raporları mahkeme kararının dayanağıdır. Nasıl mahkeme kararlarını yayınlamaya ve eleştirmeye hakkımız var ise, bu kararların dayanağı olan bilirkişi raporlarını da yayınlamaya ve eleştirmeye hakkımız vardır. Zaten pek çok durumda bilirkişi raporu yayınlanmaz ise, bilirkişi raporunda yapılan değerlendirme ve ulaşılan sonuçlar bilinmez ise, bu rapor üzerine kurulu olan mahkeme kararının değerlendirilmesi ve eleştirilmesi de mümkün olmaz. Dolayısıyla mahkeme kararlarını yayınlama ve eleştirme hakkı, bilirkişi raporlarını yayınlama ve eleştirme hakkını da içerir. Aksi takdirde, mahkeme kararının eleştirilmesinin bir anlamı kalmaz. Bilirkişi raporundaki hata ortaya çıkarılmadan, mahkeme kararının hatalı olduğu ispatlanamaz. (Bilirkişi raporu hükme esas alınmamış olsa bile aynı şeyler söylenebilir. Çünkü hüküm, bir muhakeme, yani bir süreç sonucunda verilmiştir. Bu süreçte yer alan her unsur, sürecin sonucuna katkıda bulunmuştur).

9. Nihayet belirtelim ki, kamunun bilgi edinme hakkı gibi pek çok hak da bilirkişi raporlarının kamu tarafından bilinmesini gerektirir.

10. Şüphesiz, bilirkişi raporları, başkaları tarafından, para kazanma amacıyla yayınlanamaz. Bilirkişi, eser sahibi olarak, raporu üzerinde münhasır bir hakka sahip olmasa da, bu raporun yayınlanması malî bir yarar sağlıyorsa, bu malî yarar, hâliyle raporun sahibi olan bilirkişiye ait olmalıdır. Hâkimin kararı ile bilirkişinin raporu arasında yayınlanmaları bakımından fark kanımca bundan ibarettir.

11. Bilirkişi raporlarının bilirkişilerin izni dışında yayınlanmasının bilirkişilere vereceği bir zarar yoktur. Her bilirkişi zaten, alenî bir dava dosyasına bilirkişi raporu sunduğunun bilincindedir ve bunu görevlendirme üzerine ve ücret karşılığında yapmaktadır. Bilirkişi, raporunu hazırlarken ve sunarken raporunun sadece hâkim tarafından değil, başka kişiler tarafından okunabileceğini bilir ve öngörür.

12. Sonuç olarak, kanımızca, davanın tarafları ve keza üçüncü kişiler, malî bir yarar sağlama amaçları olmaksızın, mahkeme kararlarını da, bilirkişi raporlarını da tam metin olarak yayınlama hakkına sahiptirler.

* * *

Sonuç olarak yukarıdaki sebeplerle, Gözler v. Çağlayan davasındaki bilirkişi raporlarının, bilirkişilerden izin almaksızın tam metin olarak yayınlanabileceğini düşünüyorum. Ancak ben böyle düşünüyor olmama rağmen, bu kitapta bilirkişi raporlarını yayınlayarak,gereksiz bir risk altına girmek istemedim.

* * *

Ben bilirkişi raporlarını bu kitapta tam metin olarak yayınlamıyorum. Ancak bilirkişi raporlarından, gerektiği yerde, gerektiği kadar, kaynağını da göstererek alıntı yapıyorum.

Bir davayı ve bu davada verilen bir mahkeme kararını eleştirirken, bu amacının haklı kıldığı ölçüde kararın dayanağı olan bilirkişi raporundan alıntı yapılabileceği açıktır. Çünkü, öyle davalar vardır ki, bilirkişi raporu eleştirilmeden, mahkeme kararının eleştirilmesi mümkün de değildir. Bilirkişi raporu üzerine dayalı bir mahkeme kararının neden hatalı olduğunu göstermek için bilirkişi raporunun neden hatalı olduğunu göstermek gerekir. Benim davam da bu nitelikte bir davadır. Bu nedenle ben, bilirkişi raporlarını tam metin olarak yayınlamasam da bilirkişi raporlarından, maksadın haklı göstereceği ölçüde alıntı yaptım. Çünkü aksi takdirde mahkeme kararını eleştirme ve yayınlama hakkımın bir anlamı kalmayacaktı. Örneğin aşağıda örnekleriyle göstereceğim gibi, Hayri Bozgeyik, Celal Işıklar ve Gül Baysan’dan oluşan bilirkişi heyetinin sunduğu bilirkişi raporundaki hataları göstermeden Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin 29 Mayıs 2019 tarih ve E.2017/1161, K.2019/642 sayılı kararının neden hatalı bir karar olduğunu göstermenin bir yolu yoktur.

III. TARAF DİLEKÇELERİ BAŞKALARI TARAFINDAN YAYINLANABİLİR Mİ?

Bu davada davalı Ramazan Çağlayan ve vekili, toplamda yüzlerce sayfa uzunluğunda cevap, ikinci cevap dilekçesi, istinaf dilekçesi, bilirkişi raporuna itiraz dilekçesi ve çeşitli beyan dilekçeleri sundular. Bunları da bu kitapta tam metin olarak yayınlamıyorum.

Taraf dilekçeleri birer “fikrî eser” olarak kabul edilebilirler. Nihayette bir davada sunulan taraf dilekçeleri bir makine tarafından yazılmadığına göre sahiplerinin hususiyeti taşırlar. Bu nedenle Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 7 Haziran 2007 tarihli Mehmet Gün v. Metin Çalış kararında dile getirdiği dava dilekçelerinin “FSEK'nın l/B ve 2/1. maddeleri uyarınca ilim ve edebiyat eseri olarak korunması için gerekli olan şekilde sahibinin hususiyetini taşıma unsurunu içeren bir dilekçe niteliğinde” olmadıkları yolundaki görüşü [8] doğru değildir. Bir dava dilekçesi, bir makine tarafından yazılmaz. Bir dava dilekçesi bunu yazan kişinin zihninin ürünüdür. Fikrî eser olmak için FSEK’in aradığı “sahibinin hususiyetini taşıma” unsuru, Yargıtayın anladığı şekilde tanımlanırsa, yeryüzünde fikrî eser kalmaz. Zihin ürünü olan her eser, -dava dilekçeleri de hâliyle böyledir-, kaçınılmaz olarak ürünü olduğu zihnin hususiyetini taşır. Aynı olay hakkında aynı eğitimi almış iki avukattan dava dilekçesi hazırlamalarını isteyiniz, göreceksiniz ki, ortaya içerik ve üslup olarak birbirinden farklı iki dilekçe çıkacaktır.

Yayınlanmaları bakımından bilirkişi raporlarına nazaran taraf dilekçelerinin daha fazla bir korumayı hak ettiğini düşünüyorum. Çünkü bunlar mahkemenin görevlendirilmesiyle ücret karşılığında hazırlanmış belgeler değildir. Bilirkişi raporlarının yayınlanmasını meşru gösteren sebeplerin çoğu taraf dilekçeleri için geçerli değildir. Örneğin taraflar, hâkimin görevlendirmesi sonucu ücret karşılığında dilekçelerini hazırlanmış değillerdir. Hüküm de taraf dilekçeleri üzerine kurulmaz. Bu nedenle ben davalı Ramazan Çağlayan ve vekilinin bu dosyada sunduğu dilekçeleri yayınlamıyorum. Bunları tam metin olarak yayınlama haklarının kendilerine ait olduğunu düşünüyorum.

Bununla birlikte aynen bilirkişi raporları için söylediğim gibi, taraf dilekçelerinden de, eleştiri amacının meşru gösterdiği ölçüde alıntı yapılabileceği düşünüyorum. Zira pek çok durumda davanın seyrini açıklamak, keza mahkeme kararını anlamak ve eleştirmek için iddiayı ve savunmayı bilmek ve bunun için de taraf dilekçelerinden alıntı yapmak gerekmektedir. Nihayet belirtelim ki, duruşma tutanağına yansımış bir taraf beyanı, duruşma tutanağından olduğu gibi alınıp yayınlanabilir.

IV. DAVA DOSYASINDAKİ KİŞİSEL VERİLER YAYINLANABİLİR Mİ?

Her dava dosyasında olduğu gibi bu dava dosyasında da, 24 Mart 2016 tarih ve 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu açısından “kişisel veri” olarak görülebilecek bilgiler vardır. Şüphesiz ki, bu Kanun gereklidir ve kişisel verilerimizin hassasiyetle koruması gerekir. Ancak bu Kanun, kişisel veriyi çok geniş bir şekilde tanımlamıştır. Anayasamıza göre istisnalar dışında yargılama süreci alenîdir, bu aleniyet adil yargılama hakkı için gereklidir ve bu hak için bir güvence oluşturur. Kaçınılmaz olarak bir dava dosyasında pek çok kişisel veri bulunur. Dolayısıyla kişisel verilerin korunması ile yargılamanın aleniyeti prensibi arasında pek çok durumda çatışma olabilir.

Ben tartışma konum açısından gerekli olmadıkça, TC kimlik numarası ve adres gibi kişisel veri niteliğindeki bilgileri bu kitapta kullanmadım ve keza kitabın ekinde yayınladığım duruşma tutanağı, ara karar ve nihaî karar gibi belgelerde geçen verileri makasladım.

Bir mahkeme kararının değerlendirilmesi ve eleştirisi amacı gerekli kılıyorsa, maksadın haklı göstereceği nispette kişisel veri olduğu iddia edilebilecek verilerin yayınlanabileceğini düşünüyorum. Özellikle hâkim isimleri, hâkimlerin sicil numaraları, kâtip isimleri, kâtip sicil numaralarının, taraf isimleri, taraf vekillerinin isimlerinin, bilirkişi isimlerinin, bilirkişilerin mesleklerine, eğitim bilgilerine, görev yerlerine, emeklilik durumlarına ilişkin bilgilerin, tek başlarına korunması gereken birer kişisel veri olduklarını düşünmüyorum. Bilirkişinin ismi ve hangi davada bilirkişilik yaptığı bilgisi korunması gereken bir kişisel veri değildir. Bunlar bir kamu görevinin ifası dolayısıyla ortaya çıkan ve kamunun bilmeye hakkı olduğu bilgilerdir.

Bilirkişilerin çekilme sebebi olarak genel ve soyut olarak ileri sürdükleri sağlık sebebi de, kanımca hastalık ismi ve tarihi gibi somut veriler belirtilmedikçe kişisel veri değildir. Bununla birlikte ben bu kitapta genel ve soyut olarak ileri sürmelerine rağmen sağlık sebebiyle çekilen bilirkişilere ilişkin bu sebebi belirtmedim. Söz konusu bilirkişilerin dosyada bulunan çekilme talebi dilekçelerini de ek olarak yayınlamadım.

6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanununun kişisel verilere getirdiği koruma mutlak bir şekilde yorumlanırsa, bu Kanun ile Anayasamızın 141’inci maddesi tarafından öngörülmüş duruşmaların aleniyeti ilkesi ve 36’ncı maddesi tarafından öngörülmüş olan “adil yargılanma hakkı”, 26’ncı maddesi tarafından güvence altına alınmış olan “düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti”, 27’nci maddesi tarafından korunan “bilim ve sanat hürriyeti” arasında çatışma çıkar. Nihayette “kişisel veriler” mutlak bir şekilde korunursa, kamunun bilgi edinme, gerçeği öğrenme hakkı ortadan kaldırılmış olur. Kişisel veri adı üstünde “kişisel”dir; o kişinin özel alanında bulunan bir veridir. Bir kişinin kamu görevinin ifası dolayısıyla kullandığı ve sahip olduğu veriler, kişisel veri olarak kabul edilmemelidir.

Zaten 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanununun 28’inci maddesinin birinci fıkrasının c bendine göre “c) kişisel verilerin millî savunmayı, millî güvenliği, kamu güvenliğini, kamu düzenini, ekonomik güvenliği, özel hayatın gizliliğini veya kişilik haklarını ihlal etmemek ya da suç teşkil etmemek kaydıyla, sanat, tarih, edebiyat veya bilimsel amaçlarla ya da ifade özgürlüğü kapsamında işlenmesi” hâllerinde söz konusu Kanunun hükümleri uygulanmaz. Yine aynı maddenin ikinci fıkrasının b bendine göre “ilgili kişinin kendisi tarafından alenileştirilmiş kişisel verilerin işlenmesi” durumunda da söz konusu Kanunun hükümleri uygulanmaz.

V. DAVA DOSYASINDAKİ İDARÎ SORUŞTURMALARA İLİŞKİN BİLGİLER YAYINLANABİLİR Mİ?

Gözler v. Çağlayan dosyasında idarî soruşturmalara ilişkin bazı bilgiler bulunmaktadır. Bu bilgiler yayınlanabilir mi?

Öncelikle belirtelim ki, hukukumuzda sıkça “idarî soruşturmaların gizliliği” diye bir prensipten bahsedilir. Türk Ceza Kanununun 258’inci maddesi dışında bu prensibin, kapsamı, muhatabı ve yaptırımı belli değildir. Bir profesör hakkında etik ihlâl iddiasıyla bir disiplin soruşturması açılmış ise bu soruşturma sonucunda verilen idarî karar niye gizli kalsın? Bir yüksek hâkimin doktora diploması, bu diplomayı veren üniversite tarafından intihal sebebi ile iptal edilmiş ise bu iptal kararı niye gizli kalsın? Bunların bilinmesinde şüphesiz ki kamu yararı vardır.

Gözler v. Çağlayan davasında, davalı Ramazan Çağlayan, kendisi hakkında Kırıkkale Üniversitesi Rektörlüğü ve YÖK tarafından açılan idarî soruşturmalarda verilen kararları ve bu soruşturmalarda alınan bilirkişi raporlarını 16 Kasım 2017 tarihli beyan dilekçesinin ekinde Mahkemeye sundu. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi de idarî soruşturmalarda alınmış bu karar ve raporlara dayanarak, 27 Aralık 2017 tarihli tensip kararıyla davanın esastan incelenmesine ve incelemenin duruşmalı yapılmasına karar verdi ve keza aynı Mahkeme 29 Mayıs 2019 tarih ve E.2017/1161, K.2019/642 sayılı gerekçeli kararında da bu idarî karar ve raporları zikretti (Bu konuda aşağıda EK-95’e [s.480-481’e] bakılabilir).

İdarî soruşturmalar gizli ise, bu soruşturmalarda alınan kararları ve bilirkişi raporlarını alenî bir davada dosyaya sunarak idarî soruşturmaların gizliliği ilkesini ihlâl eden kişi sayın Ramazan Çağlayan’dır. Benim bu kitapta burada eleştirdiğim Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin 29 Mayıs 2019 tarih ve E.2017/1161, K.2019/642 sayılı kararının dayanaklarından birisi, Ramazan Çağlayan tarafından mahkeme sunulan bu idarî karar ve idarî soruşturma raporlarıdır. Dolayısıyla benim Mahkemenin gerekçeli kararını eleştirebilmem için, kararın dayanakları olan idarî karar ve raporları da eleştirmem gerekir. Benim Mahkemenin gerekçeli kararında zikredilen idarî karar ve raporları ve keza idarî soruşturmalarda görev alan bilirkişilerin isimlerini, benim bu kararı eleştirirken zikretmen, idarî soruşturmaların gizliliği prensibine aykırılık oluşturmaz. Bu idarî karar ve soruşturmaları ve keza soruşturmalarda görev alan bilirkişilerin isimlerini alenî hâle getiren kişi ben değilim; bunları alenî hale getiren davalı Ramazan Çağlayan ve bunları gerekçeli kararlarında zikreden Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi [9] ve Yargıtay 11. Hukuk Dairesidir [10].

Gerekçeli kararda, bu gerekçeli kararı dayanakları arasında zikredilen bütün idarî karar, soruşturma ve idarî soruşturmalarda alınmış olunan bilirkişi raporlarının, gerekçeli kararın açıklanması ve eleştirilmesi maksadının haklı göstereceği nispette belirtilebileceğini ve eleştirilebileceğini düşünüyorum.

VI. DAVA DOSYASINDAKİ CEZA SORUŞTURMALARINA İLİŞKİN BİLGİLER YAYINLANABİLİR Mİ?

Bu dava dosyasında bir ceza soruşturmasına ilişkin bazı bilgiler de bulunmaktadır. Bu bilgiler yayınlanabilir mi?

Bilindiği gibi Türk Ceza Kanununun “gizliliğin ihlâli” başlıklı 285’inci ceza soruşturmasının gizliliğini ihlâl edenleri cezalandırmaktadır. Ceza soruşturmasının gizliliği prensibi, masumiyet ilkesinin bir uzantısıdır. İddianame düzenleninceye veya takipsizlik kararı verilinceye kadar hakkında soruşturma yürütülen kişinin isminin gizli kalmasında yarar vardır.

Ramazan Çağlayan’ın 16 Kasım 2017 tarihli beyan dilekçesinin ekinde Mahkemeye sunduğu belgelerden biri de Kırıkkale Üniversitesi Rektörlüğünün 19 Şubat 2014 tarih ve 2014/2 sayılı men-i muhakeme kararıdır. Bu karar, bir disiplin soruşturmasında değil, 2547 sayılı Kanunun 53/c maddesi kapsamında, yani bir ceza soruşturmasında alınmış bir karardır. Dolayısıyla bu kararın Türk Ceza Kanununun “gizliliğin ihlâli” başlıklı 285’inci maddesi kapsamında olduğu düşünülebilirdi. Ancak bu karar, Danıştay 1. Dairesinin 26 Mart 2014 tarih ve E.2014/417, K.2014/451 sayılı kararıyla onanarak kesinleştiğine göre artık ortada devam eden bir soruşturma kalmamıştır.

Bir ihtimal, bu men-i muhakeme kararının gizliliğinin korunması gereken bir karar olduğu düşünülse bile, bu kararın gizliliğini ihlâl eden kişi ben değilim. Bu gizliliği ihlâl eden kişi, bu kararı 16 Kasım 2017 tarihli beyan dilekçesinin ekinde Mahkemeye sunan Ramazan Çağlayan’dır. Keza bu karara, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin 29 Mayıs 2019 tarih ve E.2017/1161, K.2019/642 sayılı kararında da atıf yapılmaktadır. Ben Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin kararını eleştirme hakkına sahip olduğuma göre, bu kararın dayanakları arasında yer alan Kırıkkale Üniversitesi Rektörlüğünün 19 Şubat 2014 tarih ve 2014/2 sayılı men-i muhakeme kararını zikretme ve onu eleştirme hakkına da sahibim.

Yukarıdaki Üç Soru Hakkında Yargılamanın Alenîliği Prensibi Açısından Bir Değerlendirme.- Anayasamızın 141’inci maddesine göre, genel ahlâk ve küçüklerin korunması istisnaları dışında, “mahkemelerde duruşmalar herkese açıktır”. Dolayısıyla duruşmada telaffuz edilen bir bilgi, bu bilgi, kişisel veri teşkil etse veya bu bilgi idarî veya ceza soruşturmasına ilişkin bir bilgi olsa bile, duruşmada bulunan herkes tarafından duyulup öğrenilebilir. Keza duruşmayı izleyen bir gazeteci tarafından haber olarak yayınlanabilir.

Bu nitelikteki bir bilginin duruşmada söylenmesiyle, duruşmada açıklanan bu bilginin bir kitapta yayınlanması arasında prensip olarak bir fark yoktur. Belki duruşmanın izleyicisinin olmadığı veya çok az sayıda kişi tarafından izlendiği, kitabın ise çok kişi tarafından okunacağı söylenebilir. Ancak bu niceliksel bir farktır. Belki bunun tersi bile olabilir. Duruşma pekâlâ çok kişi tarafından izlenebilir. Duruşmada söylenenler haber olarak gazetelerde yayınlanabilir. Nurullah Kunter’in belirttiği gibi, “açıklık isteyenin görmesi ve duyması kadar, gördüklerini, duyduklarını başkalarına yayabilmesini de gerektirir. Açık duruşmada olan bitenin neşri, bu itibarla serbest olmalıdır. Nitekim Anayasa, ‘basın hürdür’ derken (Any. 28) bunu ifade etmiştir” [11].

Dolayısıyla duruşmada geçen kişisel verilerin kitapta yayınlanmasının 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanununu ihlâl ettiği, idarî soruşturmalara ilişkin bilgilerin kitapta yayınlanmasının “idarî soruşturmaların gizliliği prensibini” çiğnediği, ceza soruşturmalarına ilişkin bilgilerin yayınlanmasının Türk Ceza Kanununun 285’inci maddesinde öngörülen suçu oluşturduğunu iddia etmek mümkün ise, bu Kanunların öncelikle duruşmada çiğnendiğini ve TCK, m.258’deki suçun öncelikle duruşmada işlendiğini kabul etmek gerekir. Yargılamanın alenîliği temel bir prensiptir. Tereddütlü durumlarda, genel ahlâk ve küçüklerin korunması gibi istisnalar dışında, bu prensibi bütün hüküm ve sonuçlarıyla uygulamak gerekir.

Hâliyle aynı şeyler, mahkemelerin gerekçeli kararlarında geçen kişisel veriler, idarî veya ceza soruşturmalarına ilişkin bilgiler için de evleviyetle geçerlidir.

VII. HAKLAR ÇATIŞMASI ÜZERİNE BİR NOT

Burada şu hususu da belirtmek isterim: Mahkeme kararlarının, bilirkişi raporlarının, taraf dilekçelerinin, dava dosyasında bulunan kişisel verilerin veya idarî kararların yayınlanması veya bunlardan alıntı yapılması konusu tartışılırken, meseleye sadece Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa göre eser sahibinin hakları açısından veya sadece Hukuk Muhakemeleri Kanununun hükümleri açısından veya sadece Ceza Muhakemesi Kanunu açısından veya sadece Türk Borçlar Kanununun haksız fiil hükümleri açısından veya Türk Medenî Kanununun kişiliğin korunması hakkındaki hükümleri açısından veya sadece Türk Ceza Kanununun hükümleri açısından veya sadece Kişisel Verilerin Korunması Kanunu açısından bakmamak gerekir.

Dava dosyasında belli bir belgenin yayınlanması söz konusu olduğunda, yukarıda sayılan kanun hükümleri ile Anayasamızın 141’inci maddesinde öngörülen yargılamanın alenîliği ilkesi, Anayasamızın 36’ncı maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı ve hak arama hürriyeti, Anayasamızın 26’ncı maddesinde güvence altına alınan ifade hürriyeti, 27’nci maddesinde korunan bilim hürriyeti arasında çatışma ortaya çıkar.

Hiç şüphesiz ki, Anayasamızın 26’ncı maddesinde öngörülen düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti, mahkeme kararları hakkındaki düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetini de içerir. Hiç şüphesiz ki, Anayasamızın 27’nci maddesinde öngörülen bilim hürriyeti, mahkeme kararlarını inceleme hürriyetini de içerir. Aynı şey mahkeme kararlarını dayanakları olan bilirkişi raporları için de söylenebilir. Bilirkişi raporu tam metin olarak veya kısmen bilinmeden nasıl tartışılabilecektir? Bilirkişi raporu tartışılmadan onun üzerine kurulu olan mahkeme kararı nasıl eleştirilebilecektir? Bu nedenle, bu konuları tartışırken tek bir kanun hükmünden hareket ederek sonuca ulaşmak çoğunlukla yanlış olacaktır.

Nihaî tahlilde, kamunun mahkeme kararları ve bu kararların dayanakları konusunda bilgi edinme hakkı vardır. Böyle bir hak olmaksızın, kamunun yargı üzerinde denetimi olmaz. Yargı kararlarının kamuoyu önünde tartışılması demokrasinin bir gereğidir.



DİPNOTLAR
(Geri dönmek için dipnot numarasının üzerine tıklayınız).
[1] Bu konuda bkz. Kemal Gözler, Hukuka Giriş, Bursa, Ekin, 17. Baskı, 2019, s.339.
[2] Bir örnek vereyim. Bu kitabın sonuç bölümünde değineceğim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 10 Mayıs 2006 tarih ve E.2006/4-230, K.2006/288 sayılı İhsan Doğramacı v. Hasan Yazıcı kararının sonunda çok güzel bir karşı oy yazısı vardır (Bu karara https://karararama.yargitay.gov.tr’den kısmında ulaşılabilmektedir). Kanımızca, bu kararda doğru olan görüş, çoğunluk görüşü değil, karşı oyda dile getirilen görüştür. Nitekim Türkiye bu karardaki çoğunluk görüşü nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 15 Nisan 2014 tarih ve 40877/07 sayılı Hasan Yazıcı v. Türkiye kararı ile mahkûm olmuştur. Hukuk Genel Kurulunun söz konusu kararına ekli olan karşı oy yazısında hem konunun doğru bir hukukî analizi yapılmış, hem de konuya eleştiri hakkı açısından yaklaşılmıştır. Karşı oy yazısı, Türk mahkeme kararlarında pek görülmeyen bir entelektüel zenginliğe de sahiptir. Kararda eleştirinin yararı üzerine Winston Churchill’den yapılmış güzel bir alıntı da vardır: “Eleştiri güzel bir şey değildir, ama gereklidir. Ağrı da aynı işi görür, vücutta bir aksaklık olduğunu haber verir”. Bu güzel karşı oy yazısını kimin veya kimlerin yazdığını bilmeye hakkımızı yok mu? Bu güzel karşı oy yazısını yazan Yargıtay üyesi veya üyeleri isimlerinin bilinmesini hak etmiyorlar mı?
[3] Bu duruma şu soruları sormaktan kendimi alı koyamıyorum: Acaba gelecekte kararların asıllarında dahi, hâkimlerin isimlerinin çıkarıldığı günleri görecek miyiz? Kararlarda hâkim ismi yerine hâkimlerin sadece sicil numaralarının gösterileceği günler yakın mı? Acaba taraf isimleri yerine de TC kimlik numaraları mı belirtilecek? Böyle bir şey ancak totaliter bir sistemde olabilir.
[4] Türkiye’de mahkeme kararlarından taraf isimlerini çıkartılması konusu şu kitabımda inceledim ve uygulamayı şiddetle eleştirdim: Bkz. Kemal Gözler, İdare Hukuku, Bursa, Ekin, 3. Baskı, 2019, c.I, s.8-13.
[5] Bu konuyu İdare Hukuku (op. cit., s.8-9) isimli kitabımda açıklamıştım.
[6] Ünal Tekinalp, Fikri Mülkiyet Hukuku, İstanbul, Vedat, 5. Baskı, 2012, s.114; Fırat Öztan, Fikir ve Sanat Eserleri Hukuku, Ankara, Turhan, 2008, s.91-92.
[7] HMK, m.273’e göre , “mahkeme, tarafların da görüşünü almak suretiyle bilirkişinin görevlendirilmesine ilişkin kararında, aşağıda belirtilen hususlara yer vermek zorundadır: a) İnceleme konusunun bütün sınırlarıyla ve açıkça belirlenmesi. b) Bilirkişinin cevaplaması gereken sorular….”.
[8] Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, 7 Haziran 2007 Tarih ve E.2006/929, K.2007/8748 Sayılı Karar: “… [D]avacı tarafından hazırlanan şikayet dilekçesindeki ve davalılarca da adli mercilere sunulan dilekçelerdeki yazı ve açıklamaların, konusunda araştırma yapan bir avukat tarafından edinilen bilgi birikimi, mesleki tecrübe ve mevzuat incelemesi ile yazılabilecek mutad dilekçe tertip ve ifade tarzının üzerinde kabul edilebilecek şekilde, hukuki görüşlerin ve vakıaların sunuluşu, düzenlenişi, bilgilerin derlenişi ve seçilmeleri itibariyle FSEK'nın l/B ve 2/1. maddeleri uyarınca ilim ve edebiyat eseri olarak korunması için gerekli olan şekilde sahibinin hususiyetini taşıma unsurunu içeren bir dilekçe niteliğinde bulunmamasına…” (Kararın isimsiz hâline https://karararama.yargitay.gov.tr’den ulaşılabilmektedir. İsimli hali bana Sayın Mehmet Gün tarafından iletilmiştir. Kendisine teşekkür ederim).
[9] Bkz. EK-95: Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi, 29 Mayıs 2019 Tarih ve E.2017/1161, K.2019/642 Sayılı Kararı (Aşağıda s.482-483’e bakınız).
[10] Bkz.: EK-99: Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, 2 Mart 2020 Tarih ve E.2019/4047, K.2020/2182 Sayılı Kararı (Aşağıda s.556’ya bakınız).
[11] Nurullah Kunter, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, İstanbul, Kazancı, 8. Baskı, 1986, s.456.




KENDİLERİNDEN BU KİTABIN ERİŞİMİNİN ENGELLENMESİ TALEP EDİLEBİLECEK SULH CEZA HAKİMLERİ İÇİN BİLGİ
Anayasa Mahkemesinin 26 Ekim 2017 tarih ve 2014/5552 sayılı Ali Kıdık kararında geliştirdiği içtihada göre, 5651 sayılı Kanunun 9’uncu maddesiyle öngörülmüş olan erişimin engellenmesi usulü “ancak internet yayınının kişilik haklarını apaçık bir şekilde ihlal ettiğinin daha ilk bakışta anlaşıldığı durumlarda işletilebilir. Bir kimsenin çıplak resimlerinin veya video görüntülerinin yayımlanması gibi kişilik haklarının ihlal edildiğinin daha ileri bir inceleme yapılmaya gerek olmaksızın ilk bakışta anlaşılabildiği hâllerde 5651 sayılı Kanun'un 9. maddesinde öngörülmüş olan istisnai usul işletilebilir” (2014/5552 sayılı Ali Kıdık Kararı, Paragraf 62).
Anayasa Mahkemesinin 19 Nisan 2018 tarih ve 2014/5232 sayılı Kemal Gözler (1) kararı ve 10 Aralık 2019 tarih ve 2015/5612 sayılı Kemal Gözler (2) kararı ile erişimi sulh ceza hakimliği kararıyla engellenmiş benzer kitaplarımın Anayasanın 26 ve 27’nci maddelerinde güvence altına alınan ifade, bilim ve sanat hürriyetlerinin koruması altında olduğuna karar vermiş ve verilen sulh ceza hakimliği kararları yargılamanın yenilenmesi yoluyla kaldırılmıştır (Bkz.: Makale 1 ve Makale 2).
Hâkimler ve Savcılar Kurulunun “Hâkim ve Savcıların Derece Yükselmesi Esaslarına İlişkin İlke Kararı”nın 6’ncı maddesinin birinci fıkrasına 15 Ocak 2020 tarihinde eklenen j bendine göre, hâkim ve savcıların yükselmelerinde “Anayasa Mahkemesince yapılan incelemelerde ihlal kararına sebebiyet verip vermedikleri” hususu da göz önünde bulundurulur. K.G.




Bu metin, Kemal Gözler, Gözler v. Çağlayan Davası: Gözlemler ve Eleştiriler (Bursa, Yazarın Kendi Yayını, Eylül 2020) başlıklı kitabımızın 13 ilâ 33’üncü sayfalarından alınmıştır.



KİTABIN ÖNCEKİ BÖLÜMÜ: “Önsöz
KİTABIN İZLEYEN BÖLÜMÜ: “Sunuş



BU METNE AŞAĞIDAKİ ŞEKİLDE ATIF YAPILMASI ÖNERİLİR:
Kemal Gözler, Gözler v. Çağlayan Davası, Bursa, Yazarın Kendi Yayını, 2020, “Ön Sorunlar” s.13-33 (www.idare.gen.tr/gcd-on-sorunlar.htm) (Yayın Tarihi: 12 Eylül 2020).

(c) Kemal Gözler, 2020.


Copyright ve Sorumluluk
İktibas (Alıntı) Koşulları
Atıf (Kaynak Gösterme) Usulleri

Editör: Kemal Gözler
E-Mail:
twitter.com/k_gozler
Ana Sayfa: www.idare.gen.tr
Bu Sayfa: www.idare.gen.tr/gcd-on-sorunlar.htm
İlk Yayın Tarihi: 12 Eylül 2020